Şahin Aybek

Tüm eğitim emekçilerinin ekonomik ve demokratik hakları çok geriledi

04 Temmuz 2022 Pazartesi

Eğitim Sen Genel Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul ile eğitimin sorunlarını ve bakış açılarını konuştuk…

“MEB, pandeminin iki yılı içinde oluşan toplumsal belleği istatistiklerle kaydetmeyerek kamuoyunun bilgilenme hakkını engellemiştir. Yaklaşık bir buçuk eğitim yılı kaybıyla, öğrenme kayıpları telafi edilmeden, gerekli hazırlıklar yapılmadan okullar açılmıştır. Yoksul çocuklar, mülteci çocuklar, çalışmak zorunda kalan çocuklar eğitimin dışına itildi.”

“KHK’lerle haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen yüz otuz binin üzerindeki kamu emekçileri ise sivil ölümle karşı karşıya. Öğretmen, kültürel ve toplumsal bir varoluştur. Etkin bir sanat tüketicisi olmayan, alanıyla ilgili kitapları ve dergileri izlemeyen, bir yıl içinde birkaç şehir gezmemiş, yılda en azından bir kere yurt dışına çıkamamış öğretmen kültür üreticisi işlevini yerine getiremez. Bunların maaşlarla ilişkisi var.”

Türkiye, okullarda ve üniversitelerde COVID- 19 salgını sürecinde uzaktan eğitimi deneyimledi. Uzaktan eğitimin öğrenme üzerindeki etkisi çok sınırlı oldu. Teknolojik alt yapıdaki yetersizlikler, uzaktan eğitime erişimdeki güçlükler, öğrencilerin eğitim alanında kayıplar yaşamasına neden oldu. Salgın sürecinin toplum olarak bize öğrettiği şeyler neler oldu? Eğitim Sen’in salgın sürecinde eğitime yaklaşımı nasıl oldu?

Eğitim Sen, okulların kapalı olduğu dönemde pandemi ile mücadelede üç temel yaklaşım izlemiştir: Bunlardan ilki bir emek örgütü olarak toplum sağlığı için mücadele etmektir. Eğitim Sen bu bağlamda belli başlı şu talepler üzerinde yoğunlaşmıştır:  Siyasal iktidar vaka ve ölüm sayıları konusunda halkı doğru biçimde bilgilendirmelidir. Merkezi yönetim bütçe imkânları toplumun en zorda olan kesimleri için kullanılmalıdır. Pandemi yönetimine ilişkin kararlar iktidardan bağımsız görüş belirtebilen emek ve meslek örgütleriyle birlikte yerel ve demokratik mekanizmalarla alınmalıdır. Aşı entelektüel mülkiyet hakkı olmaktan çıkarılmalı ve toplumsallaştırılmalıdır ve küresel aşı eşitliği sağlayacak mekanizmalar için Dünya Sağlık Örgütü, devletler ve Türkiye’de siyasal iktidar ve emek ve meslek örgütleri enternasyonal düzeyde mücadele etmelidir. 

Eğitim Sen’in salgınla mücadele yaklaşımlarından ikincisi, okulların kapalı olduğu dönemde çocukların ve gençlerin eğitim hakkının yaşama geçirilmesi için mücadele yürütmek olmuştur. Bu süreç içinde, eğitim yatırımlarına öncelik verilerek, yeni dersliklerin inşa edilmesi ve yeni öğretmen atamalarının yapılması gibi önlemlerin alınarak okulların bir an evvel açılması Sendikamızın temel talepleri arasında yer almıştır. Uzaktan eğitimle, evinde akıllı telefonu olmayan, tablet ve bilgisayarı hiç olmayan, internet erişimi olmayan çok çocuklu yoksul evlere hiç erişilememiştir. Toplumsal sınıfsal etkiler uzaktan eğitimde çok bariz biçimde ortaya çıkmıştır. Ancak MEB, Milli Eğitim İstatistiklerini sanki pandemi hiç yaşanmamış gibi yayınlamış, uzaktan eğitime erişemeyen beş milyonu aşan çocuk sayısı resmi istatistiklere yansımamıştır. MEB, pandeminin iki yılı içinde oluşan toplumsal belleği istatistiklerle kaydetmeyerek kamuoyunun bilgilenme hakkını engellemiştir. Uzaktan eğitim ortamı ve yol açtığı eşitsizlikleri her çocuk ve genci olumsuz biçimde etkilemiş olsa bile öğrenme kayıpları en çok yoksul hanelerde görülmüştür. MEB açıklamalarına göre sadece 700.000 çocuğa tablet sağlamıştır. Ancak tablet dağıtımında eğitim emekçilerinin görüşlerinin alınmadığı ve ayrımcılığın/siyasal kayırmacılığın yapıldığına ilişkin şikâyetler Sendikamıza sıklıkla ulaştırılmıştır. Oysa özellikle çocuklar ve gençler söz konusu olduğunda, çocuğun üstün yararından başka hiçbir ölçütün olmaması ve kaynakların adil ve eşit biçimde dağıtılması gerekir. 

Eğitim Sen’in üçüncü yaklaşımı, salgında öğretmenlerin sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışabilmesi için gereken ekonomik, demokratik, fiziksel, psikolojik ve eğitsel koşulları oluşturmak olmuştur. Öğretmenlerin sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışma hakkı ile öğrencilerin eğitim hakkı arasındaki ilişkilenme ve kesişim, COVID-19 sürecinde çok açık biçimde görülmüştür. Öğretmen emeği ile çocuğun öğrenme süreci birbirinden ayrı düşünülemez. Eğitim Sen’in bu yaklaşımı, okullar kapalı iken öğretmenlerin bilişim teknolojisi olanakları ile evde desteklenmesi, ekonomik, demokratik ve özlük haklarında kayıpların olmaması, ücretli öğretmenlerin, eğitim ve öğretime destek veren eğitim emekçilerinin desteklenmesi, psiko-sosyal olarak öğretmenlerin güçlendirilmesi, angarya ile karşılaşmamaları ve okullar açılmadan öğretmenlerin aşılanması mücadelesi üzerine odaklanılmıştır. 

Ancak AKP-MHP iktidar bloğu Eğitim Sen’in ve Konfederasyonumuz KESK’in  talep ettiği her konuda olumsuz bir sınav vermiştir. Yaklaşık bir buçuk eğitim yılı kaybıyla, öğrenme kayıpları telafi edilmeden, gerekli hazırlıklar yapılmadan okullar açılmıştır. 

Hocam uzaktan eğitim sürecinin ardından okullar tamamen açıldı. Yüz yüze eğitim pandemideki kayıpların telafisi için yeterli oldu mu?

Öğrencilerin ve öğretmenlerin bilgi iletişim teknolojilerindeki gereksinmeleri karşılanmadan uzaktan eğitime başlandı. Pandemide ciddi öğrenme kayıpları yaşandı ama Milli Eğitim Bakanlığı pandemi koşullarında uzaktan eğitimin durumuna ilişkin istatistik üretmedi, bilgisini paylaşmadı. Kamuoyu kaç çocuğun eğitimin dışında kaldığı bilgisini edinemedi. Yenilik ve İletişim Teknolojileri Genel Müdürlüğünün 5 milyonu aşkın öğrencinin EBA’ya erişemediğini ortaya koyana dek. 12 milyonun üzerindeki öğrencilerin ise uzaktan eğitime hangi düzeyde ulaştığını bilmiyoruz.  Yoksul öğrenciler bilgisayar ve tabletleri olmadığı için eğitime ulaşamadı, kız çocukları toplumsal cinsiyet rolleri içinde sıkıştılar, evin içinde çeşitli sorumluluklar almak zoruna kaldılar. Yoksul çocuklar, mülteci çocuklar, çalışmak zorunda kalan çocuklar eğitimin dışına itildi. Anadili farklı olan çocukların dil engeli ile karşılaştılar. Öğretmenler öğrenciler uzaktan eğitime çevrimiçi sınıf olarak katılmadığında ekran başında olan öğretmenlerin ücretleri ödenmedi. 

6 Eylülde okullar açıldı. Bir buçuk ay yardımcı personel olmadan, görevliler gelmeden bazı okullar uzun bir zaman “hijyen” koşullar sağlanmadan eğitimi sürdürdü. Biz bu süreçte çok sık ‘Kendimi öğretmen olarak değil, güvenlik görevlisi, bakıcı gibi hissediyorum’ diyen öğretmenler ile karşılaştık. Okullarda öğretmenler ağır bir yük altında. Bir buçuk yıllık eksik müfredatla birlikte yaklaşık iki buçuk yılı kapsayan bir müfredatı öğrencilerle paylaşmak durumunda kaldılar. 

Öğretmenlerin, tüm eğitim emekçilerinin ekonomik ve demokratik hakları çok geriledi. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Bugün Türkiye hiper enflasyona doğru gidiyor. Öğretmenler, tüm eğitim emekçileri geçinemiyorlar. KHK’lerle haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen yüz otuz binin üzerindeki kamu emekçileri ise sivil ölümle karşı karşıya. İstanbul’da 2+1 evlerin kiraları 3 bin 500-4 bin liraya ulaşmış durumda. Tek başına yaşayan bir öğretmenin gelirinin 5’te 2’sinden fazlasını kira olarak ödemek durumunda kalması, elektrik, ulaşım, yakıt giderleri, iletişim harcamaları, mutfak ve temizlik malzemeleri fiyatları göz önüne alınarak Temmuz ayında öğretmen ve tüm eğitim emekçilerinin maaşlarına gerçek enflasyon oranında bir zam yapılmasını talep ediyoruz. Emekçiler örgütlü olmadıkça yüksek enflasyon dönemlerinde ücretlerinin satın alma gücünü koruyamazlar.

Ayrıca eğitim emekçilerinin, özelde öğretmenlerin gereksinimleri sadece temel tüketim maddelerine indirgenemez. Öğretmen, kültürel ve toplumsal bir varoluştur. Etkin bir sanat tüketicisi olmayan, alanıyla ilgili kitapları ve dergileri izlemeyen, bir yıl içinde birkaç şehir gezmemiş, yılda en azından bir kere yurt dışına çıkamamış öğretmen kültür üreticisi işlevini yerine getiremez. Bunların maaşlarla ilişkisi var. 

Öğretmenler demokratik haklarını nerdeyse kaybetti bu dönemde, konuşma özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü hızla yitiriyor. Bu nedenle öğretmenlerin ve tüm yurttaşların ifade özgürlüğünü yaşamaları, bu otoriter, sağ ve popülist anlayışın hızlı şekilde terk edilmesi ve demokratik, laik, sosyal bir Türkiye’ye doğru çalışmaların yürütülmesi gerekiyor. Siyaset kurumunun yapması gerekenler var. Yargı kurumunun da kendini tarafsız şekilde konumlandırmasına ihtiyaç var. Bizler Eğitim Sen olarak emek, demokrasi ve barış mücadelesini yükseltmeye devam edeceğiz. Düşleri bizlerle ortaklaşan tüm eğitim emekçilerini birlikte mücadele için Sendikamıza davet ediyoruz.

Okullar açılmadan Önce MEB’dan bakan değişimi oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biliyorsunuz okullar açılmadan önce Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk görevden ‘affedildi’(!). Yerine bakan yardımcısı Mahmut Özer Milli Eğitim Bakanı olarak atandı. Bakan yardımcısı olarak etkili bir konumda iken okulların “gerekli hazırlıklar yapılmadan açılmasını hararetle savunan Bakan oldu. Ancak Bakanın asıl niyetini eğitim kamuoyu sonradan öğrendi. 

Mahmut Özer, eğitime dair güçlendirici ve özgürleştirici yaklaşımı, yönetimde demokratikleşmeyi, eğitim emekçilerinin insan onuruna yaraşır bir yaşam savunan, siyasal iktidardan bağımsız olarak aklını ve duygularını kullanan sendikalarla görüşmemeyi bir tavır olarak belirledi. Hatta ana muhalefet lideri ile bile görüşmeyen bir bakan olarak tarihe geçti. Bu demokratik olmayan tavır ortada iken demokratik bir mekanizma işletiyormuş görüntüsünü vererek 20. Milli Eğitim Şurasını alelacele topladı. Kimi olumlu kararların arasına sıkıştırılmış üç kararın hayata geçirilmesi için harekete geçti. 

Bunların ilki 4-6 yaş çocuklarına dini eğitim verilmesi ile ilgili usullere aykırı biçimde bir oldubitti ile geçirilen karardı. Bu kararla okullar ve öğrenciler, Diyanet İşleri Başkanlığı ile dinci vakıf ve derneklerin çalışma alanı haline getirildi. Laik eğitim ilkesine aykırı suç sayılan uygulamalar eğitim yaşamını kuşatmaya başladı. 

İkincisi, Mahmut Özer bakan yardımcılığı esnasında tüm okullar kapalı iken mesleki ve teknik liselerdeki öğrencileri çalıştırarak ‘kâra geçirmekle’ öğünen bakan oldu. Öğrenciler bu uygulamada “çocuk” değil, “işçi” oldular. Bakanlığı sonrasında da mesleki eğitim merkezleri uygulaması ile 18 yaşın altındaki çocuklar dört gün işyerinde bir gün okulda olmak üzere işyerlerine gönderilir oldular. Bu çocuklar “eti senin kemiği benim” anlayışı ile işyerlerine teslim ediliyorlar. Çocukların asgari ücrete göre kısmi ücretlerini bile vergi yükümlüsü olarak bizler karşılıyoruz, patronlar rahat. Mesleki eğitim merkezlerinde çok ciddi sorunlar var. İşyerlerinde yaşı 18’in üzerindeki işçilerin de mesleki eğitim merkezleri yoluyla okullara geldiği, 18 yaşın altındaki çocuklarla aynı eğitim ortamında olduklarını gözlemliyoruz.

Üçüncüsü ise yine AKP’nin iktidara geldikten birkaç yıl sonra getirdiği ancak Anayasa mahkemesinin reddettiği öğretmen kariyer basamakları konusunu 15-16 yıl sonra Milli Eğitim Şurasından karar olarak çıkarıp sözde Öğretmenlik Meslek Kanunu Mahmut Özer döneminde yasalaştı. 

Hocam Öğretmenlik Meslek Kanunu artık yürürlükte, bu düzenlemeyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okullarda benzer işleri yapsalar bile ücretli, sözleşmeli ve kadrolu öğretmen ayrımları son yirmi yıl içinde keskinleşti ve kitleselleşti. Ücretli ve sözleşmeli çalıştırma önceden istisna idi son yıllar içinde adeta kural olarak uygulanıyor.

Öğretmen kariyer basamakları ile ilgili yasal düzenleme 2004-2005 yıllarında getirilmiş ancak Anayasa Mahkemesi, eşitlik ilkesine aykırı olduğu için bazı maddelerini iptal etmişti. Halen yürürlükte olan bu yasa gereği bir kez sınav yapılmış, sınavlar bir daha da yapılmamıştır. Bu sınavla uzman öğretmen olan 85 bin civarında öğretmen var sistemde. Diğer öğretmenlerle aynı işi yapmalarına karşın uzman öğretmenlere “eşit işe eşit ücret” ilkesine aykırı biçimde fazla maaş ödendi. Uzman öğretmenlerin eğitimin niteliğini yükselttiğine dair tek bir araştırma bile yok. Yapılan kimi araştırmalarda kariyer basamaklarını gereksiz, yararsız, anlamsız bir düzenleme olarak değerlendiriliyor. Yani uzman olmayan öğretmenlerin MEB’den alacağı var. Siyasal iktidar yıllarca bekledi ve şimdi meşruiyetini yitirdiği, taban desteğini kaybettiği bir dönemde 1 milyona yakın öğretmene yeni bir düzenleme sunuyormuş gibi Öğretmenlik Meslek Kanunu diye 13 maddelik yasa çıkartıldı.

Diğer meslek kanunlarına baktığınızda çok geniş bir çerçevede, hem özel sektördeki hem de kamudaki tüm emekçileri kapsıyor. Aday Öğretmenlik ve kariyer basamakları ile ilgili bu düzenleme, kamuda çalışan öğretmenlerle sınırlı. Kamudaki öğretmenlerin “geçinememeleri, demokratik haklarını kaybetmeleri gibi, özel okullarda, özel rehabilitasyon merkezlerinde, özel özel eğitim merkezlerinde de çok ciddi sorunlar var. Kanun değil, öğretmenleri bölmek, eşitsizlik yaratmak ve siyasal kayırmacı, akraba kayırmacı bir düzenleme oluşturmak için “proje” adeta.

Siyasal iktidar, Türkiye’nin de 1966’da imzaladığı Öğretmenliğin Statüsü Tavsiyesi Belgesine aykırı biçimde sözde öğretmenlik meslek kanunuyla kadrolu öğretmenleri ‘başöğretmen’ ‘uzman öğretmen’ ve ‘öğretmen’ olarak üçe böldü. Bu düzenleme anayasaya ve “eşit işe eşit ücret” ilkesine bütünüyle aykırıdır. Öğretmenleri bölen, parçalayan, hiyerarşilere tabii tutan, okulun içerisinde derin eşitsizlikleri yaratma potansiyelini içinde taşıyan bir düzenleme. Sınavlarla bu alanlara girecek öğretmenlerin kademe ilerlemesi cezası veya aylıktan kesme cezası olmama kriterlerine bağlandığı için de ayrımcı, öğretmenlerin okul içindeki ifade ve konuşma özgürlüğünü engelleyecek bir düzenleme. Veliler açısından çeşitli problemler ortaya çıkabilir. Şimdi velilere diyecekler ki bu başöğretmen, bu uzman öğretmen, bu “sadece öğretmen”, uzman ve başöğretmene çocuğunuzu vermek istiyorsanız bağış/katkı payı bu kadar. Okulun içinde çalışma barışını ciddi biçimde bozacak bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Türkiye’de öğretmenlerden ‘sessiz kal, konuşma, dersini ver, okuldan evine git’ anlayışıyla mesleklerini yapmaları isteniyor. Okul sosyal bir ortam, okul özgürlükçü olmalı, okulda kimse ifade ettiği düşüncelerinden dolayı cezalandırılmamalı. Öğretmen ve öğrenci hataları olsa bile okulun demokratik ortamında kolektif biçimde çözülebildiği bir mekân olmalı okullar, bileşenler kendi sorunlarını çözebilir hale gelmeli.

Sözde öğretmenlik meslek kanununun eğitim alanında yaratacağı tahribatı ve çalışma barışını nasıl bozacağını anlatmak için hem söylem hem de Türkiye’nin her ilinde eylemler düzenledik. TBMM’nin önünde yapacağımız basın açıklaması engellenince MEB önünde basın açıklaması yaptık. Ancak MEB sözlerimize kulağını tıkadı. Randevu taleplerimize yanıt vermedi. Ana muhalefet partisi CHP Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Bu yasaya dayalı olarak çıkarılan Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliğinin iptali için Sendika olarak Danıştay’a başvurduk. 

Öğretmenlik mesleği, artık güvencesiz çalışma ile mi anılacak sizce?

Öğretmenler “güvenceli iş ve güvenceli gelecek” diyerek gerçek sendikalarda örgütlenmedikleri ve güçlenmedikleri sürece ne yazık ki yanıtımız “evet” olacak. Kadrolu öğretmenler var, görece güvenceli gözüküyor ama biliyorsunuz bir OHAL dönemi yaşadık, bu dönemde kadrolu, sözleşmeli diye bakılmadı, 37 binin üzerinde öğretmen ve 7 bin civarında akademisyenin işlerine bir gecede kurum kanaatleriyle son verildi. O yüzden artık kadrolu öğretmenler de güvencede değil. Şimdi bu üç ayrımın yanında bir de kadrolu öğretmenleri kendi içlerinde üç parçaya ayırıyorlar, ÖMK ile. 10 yıla kadar deneyimi olan, genellikle yaşları 25-35 arasında olan, aynı zamanda üniversiteden getirdiği taze bilgileri de barındıran genç öğretmenleri cezalandıran bir durum olarak  “öğretmen” dendi onlara. Bunlar hiyerarşinin en altında olan grup ve bu grup güvencesizleştirmeye de çok açık. Çünkü uzman öğretmen ve başöğretmen diyerek maaş bakımından güçlü kadrolar yaratıldı. 

Böylece öğretmenleri üç parçaya bölünce ve buna ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerin ve dışarıda bekleyen 700 bine yaklaşan işsiz öğretmenlerin varlığıyla kadrolu öğretmenler kendini tehdit altında hissediyor. Aynı zamanda özel okullardaki öğretmenler de yerlerine herhangi biri geçebileceği için kendilerini güvende hissetmiyorlar. İşsizlik kapitalizmin yapısal bir sorunu, öğretmen işsizliği de bu sorunun önemli bir kısmını oluşturuyor. 

Aday öğretmenlerle ilgili olarak nasıl bir düzenleme yapıldı?

Aday öğretmenlik için merkezi sınavı kaldırdılar, liyakati değil sadakati dikkate alacakları Aday Öğretmenlik Değerlendirme Komisyonu oluşturdular. Üstelik aylıktan kesme ve kademe ilerlemesi durdurma cezasını almamış olma gibi bir kriter koyarak. Bugün mesleğini etik bir biçimde yapmak isteyen, itiraz eden her öğretmen bu cezaları alabilir. Çünkü eğitim emekçilerine şu söyleniyor: karşılaşma, konuşma ve karışma! Yine uzman ve başöğretmenlik sınavlarına giriş koşullarından biri de “kademe ilerleme cezası almamış olmak”, yani siyasal iktidar ve MEB için önemli olan “kendisine boyun eğen öğretmenleri” ödüllendirmek. Öğretmenler bu düzenleme ile sadece bugün değil gelecekte de ekonomik, demokratik ve özlük haklarını yitirecekleri bir sürecin içine itiliyorlar.

Öğretmenlik Meslek Kanunu’na diğer sendikalar kariyere, sınava odaklı değil de kıdeme odaklı bir sistem getirilebilir şeklinde itirazlarda bulundular ama biz kıdemin de genç öğretmenlerin ekonomik güçlüklerini dikkate alan bir zeminden değerlendirilmesini talep ediyoruz. Çünkü enflasyon deneyimli mi deneyimsiz mi diye bakmıyor. Bu koşullarda herkes hayatta kalmaya çalışıyor, bu nedenle “eşit işe eşit ücret” diyoruz. 

Laik Eğitime Yönelik Saldırılar Konusunda Ne Dersiniz?

Anayasa Mahkemesi zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin hak ihlali olduğuna karar verdi, ancak MEB bu konuda bir çalışma yürütmüyor. Dini seçmeli dersler bu eğitim ve öğretim yılında da kimi okul müdürleri eliyle adeta öğrencilere zorunlu dersmiş gibi seçtirilmeye çalışılmıştır. MEB adeta bu derslerin seçimi konusunda kampanyalar yürütmüştür.

Dinci vakıf ve derneklerle yapılan protokoller ile ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çocuk ve gençleri hedefleyen çalışmaları ile okulların tamamı dinselleştirilmeye çalışılmaktadır. En son Manisa’da Türkiye Gençlik Vakfı ile (TÜGVA) MEB arasında imzalanan bir protokol gereğince 10 okul binası yaklaşık üç hafta süre ile “sosyal, kültürel, sportif faaliyetler ile bilim ve sanat faaliyetleri” adı altında bu vakfa verilmiştir. Bu okulların 2’si lise, 6’sı ortaokul ve 2’i ilkokuldur. Büyük bir olasılıkla bu okulların öğrencileri de TÜGVA’nın kurslarına yönlendirilmektedir. Bilim ve sanattan söz edilse bile kurs konuları şunlardır: Kur’anı Kerim, Siyer’i Nebi, Kitap Okuma ve Sosyal Etkinlik’tir. Bu kursları kimlerin verdiği, eğiticilerin yeterlikleri, öğretmen formasyonuna sahip olup olmadıkları bilinmemektedir. 

Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün görev ve yetkileri Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile genişletildi. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ve Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir uydusu işlevine bürünerek sadece imam hatip ortaokulları ve liselerinde değil tüm diğer ortaokul liselerine ve yurttaşlara yönelik etkinlikler yaparak MEB’in yasalarla tanımlanmış görev ve yetkilerine müdahale ediyor. 

Eğitimin sorunları ile esastan ilgilenmek yerine Din Öğretimi Genel Müdürlüğü alanı dışına etki etmeye çalışıyor. Ordu’da pansiyonlu Fen Lisesi’nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri varken Din Öğretimi alan kursları adı altında kurslar açılıyor, vaiz ve vaizeler görevlendiriliyor. Okullara yazılan yazıda ve en az 12 kursiyer bulunması durumunda din eğitimi alanı ile ilgili kursların verilebileceğini ifade ediyor.

Halk Eğitimi Merkezleri“ okullara bir yazı yazarak kursiyer talep ediyor. Ramazan’da “Halk Eğitimi Merkezlerinde Kur’an Okuma Kursları başladı” ilanıyla din eğitimi alanında 7 ve 12 yaşın üstündeki tüm yurttaşlara yönelik 45 ayrı 18 saat ile 135 saat arasında değişen sürelerde 45 ayrı kurs açıyor.

Bursa’da Milli Eğitim Temel kanununun “karma eğitim” ilkesini ihlal ederek sınıftaki oturma düzenini cinsiyete göre belirlemeye çalışan okul müdürünü önce açığa aldı sonra görevine döndürdü. 

Adıyaman Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 2019 yılında gönderdiği bir yazıya istinaden “Hoş geldin Ramazan” şiarıyla 4-6 yaş çocuklarına kız çocuklarını ayrı sınıflara alarak tamamının başı örtülerek Kur’an okutuluyor ve eşlik etmeleri bekleniyor. 

Üniversite yurtlarını, Kredi Yurtlar Kurumu görevlilerinden çok Diyanet İşleri Başkanlığı görevlileri ziyaret ediyor. Öğrenci yurtlarındaki intiharlar yoksulluk, toplumsal baskı ve yabancılaşma ile açıklanabilir. İntihar eden Enes Kara, videosuyla kardeşleri için, tüm çocuklar için laik eğitimin öneminin altını çizerek bu dünyadan bir “çığlık” bırakarak ayrıldı. Bu sese kulak vermeliyiz, laik eğitim ilkesini her alanda savunmalıyız.

Hocam siz özelleştirmelere nasıl bakıyorsunuz? 

Eğitim Sen, kamusal, bilimsel, parasız, laik, cinsiyet eşitlikçi, anadilinde demokratik eğitimi savunuyor. Bu ilkeler bizim özelleştirmelere karşı temel duruşumuzu da ortaya koyuyor. Eğitim ‘özel’ yürütülemez, eğitim sosyal ve kamusal bir hizmettir. Bilimsellik ilkesi olmadan özel okulların kapalı gettolarında ne yaşandığını tahmin edemezsiniz.  Çünkü özelleştirmelerle eğitimin kamusal ve parasız niteliğini engellersiniz. Gülen cemaatinin kapatılan okulları, (1000’in üzerinde okul kapatıldı) bedelini ödeyenin yararlandığı ama çalışkan ve yetenekli çocukları da bulup onlara parasız eğitim vererek ideolojik bir eğitimden geçiren bir süreçti ve cinsiyetçiydi aynı zamanda. Toplumsal cinsiyet rollerini sağlamlaştırmak için kurulmuştu. Yine 15’e yakın vakıf üniversitesi kapatıldı veya el değiştirdi. Şu an bunların kimde olduğunu bilmiyoruz. Oralarda cemaatle ilişkili olduğu söylenerek binlerce öğretmen ve öğretim üyesi işsiz kaldı. Yani 12 Eylül darbesinden beri “Özelleştirmeler iyidir” diyen anlayışın çöktüğünü 15 Temmuz darbe girişimi sonrası herkes gördü. 

Ama Eğitim Sen dışında bunu dillendiren olmadı. Bir yandan kamusal eğitimin çöküşü için çalışılırken diğer yandan özelleştirmeler çok iyiymiş, nitelikli eğitim oradaymış gibi bir algı yaratıldı. Bununla birlikte toplam okul sayısının yüzde 20’si özel okul ama özel okullardaki öğrencilerin tüm öğrencilere oranı yüzde 8-9 civarında. Nitelikli, bilimsel ve demokratik bir kamusal eğitim olduğunda kimse çocuğunu özel okullara göndermek zorunda kalmaz.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları