Her sabah yeni bir güne başlıyoruz; gün, kimimizin dünkü mutluluğunu çoğaltarak, kimimizin kaygılarını tetikleyerek bitiyor. Günler, aylar, mevsimler çok hızlı akıyor. Çoktandır siyasal-toplumsal nedenlerle baharların ilkinde mi sonuncusunda mı olduğumuzu bilemeden yaşıyoruz. Bu yıl öyle olmadı. Önce karın kalkmasına aldanan badem birden çiçekleniverdi, sonra gençler... Oh, bahar geldi!
Doğanın uyanması demek olan bahar, kim nerede nasıl yaşıyor olursa olsun, insana da mutsuzluktan umutsuzluktan silkinme duygusu verir. İnsanın bahardan kışa aşkı, mutluluğu, maddi-manevi gönenci yaşayacağı ortamın uygun, koşulların tastamam olmasını istemesi düşçülük mü? Varsayalım öyle olsun... Eğitime, sağlığa, ekmeğe ulaşacağımız koşulların iyileştirilmesi, adaletin gecikmemesi için çaba harcanması da mı... Yönetenlerle yönetilenlerin birbirini, en çok da gençleri doğru anlaması, doğru sevmesi de mi düşçülük?
Bahar yenilik yenileşme, gençlik çağıdır. Bu bahar çiçeklenen bademleri, kırmızı gagalı leylekleri hangi dille karşıladık? Bademler, leylekler giden güzde arkada bıraktıkları bağı bahçeyi, bacayı yerinde bulamamışken... Mart da martlığını kazma kürek yaktırarak değil, özgürlükle yasağı çarpıştırarak yaptı.
Demokrasi, demokratik, demokratikleşme, demokratlaşma... benzeri evrensel kavramları ulusal değerlerle harmanlayamayan ya da bile isteye ayrıştıran, dahası kendini en akıllı, en demokrat sananlarca “anne” gibi ısıtan, koruyup kollayan, bireysel toplumsal yaraları onaran “barış” kavramı da kararıyor, toplumsal iletişimim mumu sözcükler kendi dibine bile ışık vermiyorsa... Siyasal ve ekonomik bağımsızlık sallantıdaysa kararan salt kavramlar olmaz!
Özgürlük de yasak da dilde başlar. Dilin kemiği yok... İnsanın dilinin kemiği yok ama dik durmasını sağlayan omurgası var. Özgürlük(ler) mumla aranır olunca, yasak(lar) köpeksiz köyde değneksizlerin dilini elini güçlendirir. Özgürlük, Dil Devrimiyle kazanılan; yasak da Dil Devrimiyle canlandırılan sözcüklerden... İkisi arasındaki savaşım ya baharı yaşatır ya kışı... Özgürlük gibi ışıl ışıl bir sözcük, başlangıçta kimi çevrelerce pek sevilmemiş, pek “milliyetçi muhafazakârlar”ca “hürriyet”i yok ediyor karalamasıyla itilip kakılmıştır. İçinizde, yaşamınızda çiçek açtırıyorsa ister Türkçe özgürlüğe sarılın ister Arapça “hürriyet”e... Türkçeye âşığım ama beş harfli yasak sözcüğünün tek harfi bile içime sinmiyor; Arapçası “memnu”yu da kimse anımsamasın anmasın... Toplumsalı kamusalı olan yasak, bir çırpıda üstü çizilecek bir kavram değil; keşke yediden yetmişe herkesin yaşamını bozan, kirleten, özgürlüğünü yok eden, hatta canına kast eden her şey yasak olsa... Alkışlarız...
Özgürlük narin... Yasak engelleyicidir. Özgürlük, ödün vermeyenler için kimi kez bir dal karanfil gül... Kimi kez bir çocuğun bir bahardan başka baharlara akan, “Her şey güzel olacak” seslenişi... Kimi kez Nâzım’ın, Ahmed Arif’in, Brecht’in birer dizesi... Çoğumuz için Mustafa Kemal gibi yazda kışta baharı yaşatan bir devrimcinin her sözü, eylemidir. Bademlerin çiçeklenmesini, leyleklerin konukluğunu uzatacak baharların muştusu olur.
Kar ne kadar çok yağsa da yaza kalmaz. Bahar, eninde sonunda gelir. Bu bahar gençler gözümüzde gönlümüzde çiçekler açtırdı. Sokaklar, gençlere hiçbir kurumun örgütleyemeyeceği gerçek bir “siyaset okulu” oldu. Kendilerinden umudu kesenleri uyandırıp... Onları apolitik, adamsendeci, bencil, cep telefonu, bilgisayar “hastası” görenleri utandırdılar.
Tarih, cumhuriyeti gençlere emanet eden Atatürk’ü yine doğruladı.