Kuzuların sessizliği

17 Kasım 2016 Perşembe

Erdoğan, “Peygamberlerin mesleği olan çiftçilik ve çobanlığı ülkemizde hak ettiği konuma getirmeliyiz. Çobanlığın felsefesini anlamayan, psikolojisini anlamayan insan yönetemez. Ben de bir çobanım” dedi. O anda aklıma Nâzım Hikmet’in şiiri geldi. Hani “Akrep gibisin kardeşim” diye başlayıp; “Koyun gibisin kardeşim, / gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılı verirsin hemen / ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye” diye devam eden; “Dünyanın en tuhaf mahluku” şiirini düşündüm... İçinde yaşadığımız günlere tıpatıp uyuyordu.
Sonra Musa’yı düşündüm. Çoban Musa peygamberi değil, bizim Musa’yı. Kedi karikatüründen içeri sokamadıkları, ama terörden Silivri’ye tıktıkları Musa Kart’ı. Bizlerle ne muhteşem çoban ve koyun karikatürleri paylaşırdı dışarıda olsaydı. Ama kuşkusuz kâğıtsız kalemsiz de o şu anda ne karikatürler çiziyordur gönlünde.

İçeridekiler  sesimizi duyuyor musunuz!
15 Kasım, Dünya Hapisteki Yazarlar Günü’ydü. Bütün hafta boyunca hapisteki yazarlarımız için paneller, konuşmalar sürdü sürüyor. Dün bu sayfalarda 6 kuruluşun ortak basın toplantısını okudunuz. Tekrarlamayacağım... Bu toplantılarda ben de Cumhuriyet’in Silivri tutsaklarını anlatıyorum...
Haberle yatıp kalkan sahici gazeteci Murat Sabuncu’yu... IPI (Uluslararası Basın Enstitüsü) Türkiye Başkanı olduğu için Silivri’ye atıldığından kuşkulandığım Kadri Gürsel’i... Geçirdiği ağır kalp ameliyatından sonra gözbebeğimiz haline gelen Hakan Kara’yı... Marksist entelektüel arkadaşım Güray Öz’ü... Avukatların şahları Akın Atalay ve Bülent Utku’yu ... Hep gülümseyen yüzüyle Önder Çelik’i ve Mustafa Kemal Güngör’ü... Turhan Günay’ı artık söylemiyorum çünkü TÜYAP Kitap Fuarı’nın her köşesi zaten onunla soluk alıp veriyor.
Onlar içeride ama her an hepsi sanki aramızdalar... Arada coşup “heey içeridekiler, sesimizi duyuyor musunuz” diye bağırırken buluyorum kendimi.

Hukuksuzluğun şiddeti
Onların şiddete, teröre bulaşmadığını siz de, ben de, herkes de biliyor. Vakıf sorunuyla ilgili hapse atılmadıklarını da...
Bunun siyasi bir mesele olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü hatırlıyoruz. Henüz belleğimizi yitirmedik. Henüz koyunlaşmadık.
“Akademisyen olması, gazeteci olması, STK yöneticisi olması, fark etmez... Birtakım çevreler yol ayrımı durumundalar, ya bizimle olacaklar ya da teröristin yanında yer alacaklar.”
Bir yandaş eklemişti: “Ya bu ülkede eşşek gibi sessizce yaşayacaksınız ya da defolup gideceksiniz!” diye... (Nedir bu hayvan merakı anlayamıyorum!)
Ama gitmiyoruz işte! Buradayız! Ve çoğalacağız!
Yıllardır şiddetten yakınıyoruz. Şiddet yalnızca kaba kuvvet değildir. Adil olmayan her davranış da, şiddettir.
Şiddet yalanla beslenir. Şiddeti sürdürebilmek, yaymak, savunmak için yalan söylemek kaçınılmazdır. Yalanı sürdürebilmek için hakikati gizlemek, düşünceyi yasaklamak zorundasınız...
İşte ülkemin hapishanelerini dolduran 144 (yazıyla yüz kırk dört) yazar ve gazeteci bu yüzden hapistedir. Hukuksuzluğun şiddeti yüzünden hapistedir...
Yazının başlığına gelince: Thomas Harris’in kitabıyla; Jonathan Demme’nin yönettiği Jodie Foster ve Anthony Hopkins’in oynadığı filmle ilgisi yok. Zaten biz de katil, cinayet de yok, derimizi yüzen de yok...
Olsa olsa onurumuz yüzülüyor! Ülkemdeki kuzuların ve koyunların sessizliği nicedir insanlık onuruma dokunuyor, ondan bu başlığı seçtim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları