Barış Doster

Avrupa Birliği üyeliğini oylamak!!!

10 Ekim 2018 Çarşamba

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen cuma günü, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) kapısında bekletilmekten usandığını belirtti. AB üyeliği konusunda bir halkoylamasını gündeme getirdi. Oysa AKP, 2002’de iktidara geldiğinde AB konusunda çok istekliydi. Yanına liberalleri, kimi sözde solcuları da alarak, gerçekleşmesi mümkün olmayan AB üyeliği uğruna Kıbrıs, Ege, Ermenistan’la ilişkiler, Fener Rum Patrikhanesi’nin statüsü, Heybeliada Ruhban Okulu, Kürt sorunu gibi başlıklarda ciddi tavizler vermişti. AB’den de o dönem büyük destek almıştı. 2004 yılı aralık ayında, AB’nin Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi vermesini, “büyük zafer” olarak kutlamıştı. Ankara’da gündüz vakti havai fişekler atılmıştı. Tüm bunlardan sonra soruyoruz: Türkiye bu konuda sandığa gider mi? Sandıktan hangi sonuç çıkar? Çıkan sonuç AB ülkelerini ne ölçüde etkiler? Türkiye’yi üye yapmak istemeyen AB, Erdoğan’ın bu sözlerini blöf olarak mı yorumlar yoksa ürküp tam üyelik olmasa da başka seçenekleri dillendirir mi?
Gerçekçi olalım; Türkiye – AB ilişkilerini başlatan 1963 tarihli Ankara Antlaşması’ndan bu yana AB Türkiye’ye karşı samimi olmadı. Dürüst davranmadı. Üye yapmayacağını söylemedi. Bekleme odasında tuttu. Üyelik vaadiyle oyaladı. Bu sayede istediği ödünleri kopardı. Misal; 1995’te imzalanan, 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği sayesinde, Türkiye’nin dış ticareti, gümrük rejimi, iç pazarı üzerinde denetim kurdu. AB üyesi olmadan, Gümrük Birliği’ni kabul eden ilk ülke olan, yani kararların alındığı masada olmadan, alınan kararlara uymak zorunda kalan Türkiye; Gümrük Birliği, AB’nin Serbest Ticaret Anlaşması imzaladığı üçüncü ülkelerle Türkiye arasında yapılan ticarette de geçerli olduğundan, büyük zarar gördü. Kapitülasyonları andıran bu durum nedeniyle en az 300 milyar dolar kaybetti.

AB kendini nerede görmek istiyor?
Belirtelim; AB’nin en büyük dış ticaret ortağı ABD. İkinci sırada Çin, beşinci sırada Türkiye geliyor. Türkiye, ihracatının yaklaşık yarısını AB’ye yapıyor. İlk sırada Almanya var. Berlin, Ankara’nın en büyük dış ticaret ortağı. Ancak bu ekonomik tablo, Türkiye’nin politik anlamda elini güçlendirmiyor. Türkiye’nin coğrafi konumu, sorunlu bölgelerle komşu oluşu, yüksek nüfusu, dini – kültürel – toplumsal değerleri, üyeliğin önündeki engellerden ilk sırada gelenler. AB; demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, özgürlükler konusundaki zayıf karnemizi de bunlara ekliyor.
Türkiye’ye müzakere tarihi verdiğinde bile, “Türkiye’nin üyeliği AB’nin hazmetme kapasitesine bağlıdır”, “Türkiye ile müzakereler üyelik güvencesi vermez”, “Türkiye, tam üye yapılmasa bile, AB kurumlarına sıkı sıkıya bağlanmalıdır”, “Türkiye’nin üyeliğini hükümetler ve parlamentolar kabul etse bile, isteyen AB ülkesi bunu halk oyuna sunabilir”, “Türkiye tam üye olsa da serbest dolaşım hakkından bir süre yararlanmayabilir” diyen AB, sıkıştıkça “imtiyazlı ortaklık” formülünü dillendiriyor.
Britanya’nın Brexit ile AB’den ayrılma kararı almasının ardından geleceği daha fazla tartışılan; gümrük birliği, ortak para birimi gibi önemli konularda ciddi yol aldığı halde, ortak anayasa, ortak savunma ve güvenlik politikası, ortak dış politika konularında başarılı olamayan AB’nin Türkiye’ye bakışı, aslında Türkiye’nin müzakere başlıkları konusundaki performansından, AB değerlerini, Kopenhag ve Maastricht kriterlerini benimsemesinden çok, AB’nin kendini dünya siyasetinde nasıl konumlandırdığıyla ilgili.
Eğer AB; küresel rekabette etkili olmak ister, bunun her anlamda maliyetine katlanırsa, Türkiye’nin nüfusu, nüfuzu, jeopolitik konumu, stratejik önemi, tarihsel – toplumsal – dinsel – kültürel değerleri, ordusu nedeniyle, Türkiye’yi tam üye yapar. Yok, eğer küresel rekabeti göze alamaz, bunun ağır maliyetine katlanmak istemez, siyasi ve askeri anlamda ABD’nin koruma kalkanından, NATO’nun imkân ve kabiliyetlerinden yararlanmayı sürdürürse, Türkiye’yi üye yapmaz. Ekonomik olarak alacağını almayı sürdürür ve Türkiye’yi sorunlu bölgelerle arasında tampon olarak tutmayı yeğler.
Kıssadan Hisse: Türkiye, AB ile ilişkilerini eşitlik ve mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde yeniden düzenlemelidir. Diplomaside ihtiyaçlar değişince ittifaklar da değişir ve her ittifak karşısında başka bir ittifak doğurur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları