Barış Doster

Siyaset toplumla bütünleşmeli

14 Kasım 2018 Çarşamba

29 Ekim ve 10 Kasım’da Cumhuriyet ve Atatürk için sokağa çıkan, eylem yapan, Anıtkabir’e koşan milyonlar, Cumhuriyete ve Atatürk’e bağlılıkları üzerinden siyasal, toplumsal, kültürel tercihlerini haykırdılar aynı zamanda. Bu eylemler, anma törenleri, kutlamalar; tarihsel, simgesel, duygusal boyutları yanında, halkın siyasallaştığını da kanıtladı bir kez daha. Hem de doğru yönde, olgun bir tavırla.
Toplumun geniş kesimlerinin, farklı sınıf ve katmanlarının, iradelerini ve beklentilerini alanlarda yansıttığı bir dönemde, siyasetin halen, yeterince toplumsallaşmadığı, halkın gündemini yakalayamadığı görülüyor. Nitekim bu durum sadece kamuoyu yoklamalarına değil, yurttaşların tepkilerine, öfkelerine de yansıyor. Özellikle ana muhalefet partisine oy veren yurttaşlar arasında, en azından şimdilik, Mart 2019’daki yerel seçimlerde “sandığa gitmeyeceğim” diyenler olduğu gözleniyor. Eskilerin deyişiyle seçim sath-ı mailine girildiğinde, bu sayı azalacaktır. Seçmen bir umut gördüğünde, sandığa koşacaktır. İktidara demokratik bir ders verme umudu belirdiğinde, sandık başına gidecektir. Ama yine de bu tepkinin üzerinde durmakta yarar var.
Şöyle ki; hem Atatürk’ün partisi olduğu, hem en eski parti olduğu, hem Cumhuriyeti kuran parti olduğu, hem parti içi demokrasiyi dört dörtlük olmasa da, öteki partilere oranla daha fazla işlettiği, hem de ana muhalefet partisi olduğu için, muhalif seçmen, CHP’ye oy versin - vermesin, CHP’deki gelişmeleri yakından izliyor. Medya da öyle. Cumhuriyetçi, halkçı, emekçi cephede konumlanan meslek kuruluşları, sendikalar, demokratik kitle örgütleri de öyle. CHP’nin solundaki siyasi partiler de öyle. Bu durum, hem CHP’nin sorumluluğunu, üstündeki baskıyı artırıyor, hem ona yeni olanaklar, seçenekler sunuyor.

Mesele sadece aday isimleri mi?
Ne var ki, mevcut tabloda ana muhalefet, nasıl bir yerel yönetim modeli önerdiğini konuşmuyor. Hem mevcut rejim, hem de daralan ekonomi nedeniyle, hangi sorunu, hangi mali kaynaklarla, nasıl çözeceğini tartışmıyor. Halkçı, kamucu, toplumcu, çevreci bir yerel yönetim anlayışını nasıl hayata geçireceğini gündeme getirmiyor. Şehirleri yağma ve talana açan zihniyetle nasıl hesaplaşacağını, verilen zararı nasıl onaracağını paylaşmıyor. Tek gündem, kimin aday olacağı. İşin vahimi, adaylığın yolu da, üye yapısı sağlam, sağlıklı bir zemine oturtulduktan sonra, tüm üyelerin katılımıyla yapılacak bir önseçimden geçmiyor. Genel merkezin tercihi öne çıkıyor. Parti örgütündeki tüm sıkıntılara, tüm olumsuzluklara rağmen, yine de en doğru olanın, tüm üyelerin katılımıyla yapılacak bir önseçim olduğu gerçeği üzerinde yeterince durulmuyor. Yalnız ve ancak bu yolla, örgütün olabildiğince seferber edileceği, seçime asılmasının sağlanacağı, parti içindeki küskünlüklerin önleneceği, gereğince vurgulanmıyor.
Kerameti kendinden menkul, kimi zaman kendilerini partinin üstünde gören bazı siyasetçiler, partinin güçlü olduğu yerlerde adlarını gündeme getiriyorlar. Örgütün, seçmenin tanımadığı isimler medyada yazılıyor. Adı sağcı, siyasal İslamcı siyasetle özdeşleşmiş, Cem Boyner’le, Turgut Özal’la anılmış kişiler öne çıkarılıyor. Normalde, olası bir iktidarda bakanlık düşünmesi gereken pek çok deneyimli milletvekili, belediye başkanı olmaya çalışıyor. Hem de büyükşehir isteyip, kazanma şansı yüksek olan bir ilçeye razı olacağını da göstererek. Bu durum, örgütün ve seçmenin moralini bozuyor. “Demek ki partinin iktidar umudu yok. Demek ki TBMM içinde mücadele olanağı kalmadı. Demek ki, yeniden demokratik parlamenter rejime dönme konusunda ümitler tükendi. Demek ki parti bunlar dışında kadro üretemiyor, yeni, genç siyasetçi yetiştiremiyor. O yüzden bu deneyimli milletvekilleri belediye başkanı olmak istiyorlar” şeklinde düşünmelerine yol açıyor.
Kıssadan hisse: Atatürk’ün parti tanımı şudur: “Devrimin siyasal örgütü”. Cumhuriyeti kuran partinin de, devrimci - halkçı köklerine dönmesi gerekir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları