İran’da “karşı-devrimin” 40. yıldönümünde çıkarılması gereken çok önemli dersler var. Bu dersler bizim “hikâyemizle” de örtüşüyor.
“İran Devrimi” olarak 40. yıldönümünde anılan tarihsel “olay” aslında bir karşı-devrimdi. Devrim, 1970’lerin ikinci yarısında patlak veren, işçilerin, kent yoksullarının ayaklanmalarıyla, üniversitelerden, meslek odalarından yükselen ekonomik demokratik taleplerle başladı; 1978’de işçi hareketinin yaygın katılımıyla, grevlerle, hatta genel grevlerle, silahlı sol örgütlerin eylemleriyle devam etti ve Şah rejimini devirdi. Bu devrimci süreç içinde yükselen siyasal İslam hareketi devrimci dalgayı adım adım etkisi altına aldı, devrimci unsurları tasfiye etti, bir karşı-devrimle kendi rejimini kurdu.
Siyasal İslam ve lideri Humeyni gerek devrimci süreçten önce gerekse devrimci süreç boyunca, çok farklı toplumsal tabakalara ve temsilcilerine, onlar ne duymak istiyorlarsa onu söyledi. Humeyni, propaganda mesajını “anti-emperyalizm”, yolsuzluklar, “Şah rejiminin baskıcı karakteri” üzerine kurdu; herkese, ateistlere bile özgürlük getirecekti.
Kapitalist özünden soyutlanmış bir anti-emperyalizm, ya da yolsuzluklar ve özgürlük talepleri, siyasal İslamın gerçek projesini saklamasına, devrim sürecinin içinde karşıdevrimci bir toplumsal hareket inşa etmesine olanak verdi.
Liberal entelijensiya kadar sol örgütler de Humeyni’nin sunduğu anlatıyı kabul etmeyi, desteklemeyi seçtiler. Karşı-devrim egemen olduktan ve şiddet dönemine geçildikten sonra, onlar da “aldatıldık” diyeceklerdi.
Sol hareket açısından üç noktayı vurgulamak özellikle yaşamsal (bazen fiziki anlamda) bir öneme sahiptir.
a- Başta Tudeh (İran Komünist Partisi), sol gruplar anti-emperyalizm ve ulusal birlik adına Humeyni’nin liderliğini desteklediler. Tudeh, 1980 yılında, karşıdevrimci sürecin başladığını göremedi, “aşamalı devrim teorisine” ve “anti-emperyalizme” sarılarak Humeyni liderliğinde siyasal İslamı desteklemeye, seçimlere katılmaya ve rejim altında muhalefet olmaya karar verdi. Tudeh 1980’de yapılan 6. plenumunda, “Siyasal alanda partinin en önemli görevi gerçek devrimci güçlerle işbirliği yapmak, Humeyni’nin arkasında olanları desteklemektir. Parti önümüzdeki meclis seçimlerine ve referanduma katılmaya karar vermiştir” diyordu.
Tudeh Politbüro üyesi Mohammad Omidvar, 11 Şubat 2019’da Peoples. org, sitesiyle yaptığı söyleşide şöyle diyor: “Homeyni ve takipçilerine yönelik ‘eleştirel birlik’ politikamızda, devrimci ideallerle halkın talepleriyle uyumlu olmayan politikaları eleştirmek yerine belki de daha çok birlik kaygısıyla hareket ediyorduk. Çok açık ki, sol demokratik güçler bir araya gelebilseydi güçler dengesi değişebilir, ülke başka yönde gidebilirdi.” (abç)
b- İran’da (yıllar sonra Türkiye’de) siyasal İslamın liderlerinin içinden geldikleri “habitus”a dikkat etmeden, projelerini anlamadan, kültürün maddiliğini, genel olarak entelijensiyanın (ulemanın) sosyolojik özelliklerini kavramadan tutum almak vahim sonuçlara yol açtı.
Bu bağlamda Ali Şeriati örneği çok klasik bir tarsformismo (karşı taraftan bu tarafa taşımak) örneği oluşturur. Ali Şeriati’nin, emperyalizme, ulemaya yönelik eleştirileri, yoksullara (mostazafın) sahip çıkma iddiaları, özellikle sol hareketin genç kesimleri arasında etkili oldu. Ancak, 1978 sonuna gelindiğinde, Şeriati taraftarlarının, savundukları düşüncelerin mantıki sonucuna kadar giderek Humeyni’yi, daha Ulema böyle bir şeye cesaret edemeden, İmam ilan ettiklerini görüyoruz. Şeriati, taraftarlarına göre Humeyni sıradan bir Ayetullah değildi, O “ümmeti” uzun zamandır beklenen sınıfsız topluma taşıyacak İmam’dı.
c- Siyasal İslam iktidara el koyduğu, karşı-devrimin en hızlı günlerinde, siyasal İslam’ın yoksul kesimlerinden gençlerin inisiyatifiyle bir “mostazafın” hareketi doğdu. Bu hareket, karşıdevrim süreci ilerledikçe tasfiye edildi, mülksüzleştirip yoksul halka dağıttıkları konutlar, topraklar geri alındı. Çünkü, özel mülkiyet kutsaldı.
40. yılında karşı-devrim dersleri
Yazarın Son Yazıları
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...
İskoçya’da imzalanan ABD-AB ticaret anlaşmasını, bir yorumcu, İngiltere’nin “Süveyş anına” benzetti. İngiltere, 1956’da Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için hamle yaptığında, ABD’nin, “Geri çekilmezsen finansal sistemini çökertirim” tehdidine boyun eğmiş, artık hegemonyacı bir güç olmadığını öğrenmişti. Sanırım, bu anlaşmayla, Avrupa Birliği de ABD ve Çin’in yanında 3. bir küresel hegemonya merkezi olmadığını anladı.
Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor.
Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor...
Ortadoğu’daki gelişmeleri jeopolitiğin gözlükleriyle okuma alışkanlığı yaygın. Halbuki, “jeopolitik”, devletlerin, “coğrafya kontrolü” konusundaki arzularına, kaygılarına ilişkindir. Emperyalizm ise kapitalizmin andaki ve bu anı kapsayan dönemdeki özelliklerinin anlaşılarak eleştirilmesine...