Barış Doster

Beka sorunu, milli ordu ve savunma sanayii

13 Mart 2019 Çarşamba

İktidar bloku, yerel seçimleri beka meselesi olarak görüyor. Seçim öncesinde kentlerin sorunlarının, trafik meselesinin, azalan yeşil alanların, kenti ve siyaseti kirleten imar rantının, yağmalanan tarihsel dokunun, yok edilen kültürel mirasın, artan hava kirliliğinin, güneşle aramıza giren dev gökdelenlerin konuşulmasını istemiyor. Belediye seçimlerinde adeta Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliği, siyasal birliği ve sınır güvenliğinin oylanacağını öne sürüyor. Bunu yapan iktidar bir yandan da milli tank palet fabrikasını özelleştiriyor. Ordunun asker mevcudunu azaltıyor. Bedelli askerliği kalıcılaştırıyor. Askerlik sisteminde köklü değişiklik yapıyor. Bu adımların, Türk ordusunun halk ordusu olmaktan, milli ordu olmaktan gelen gücünü, saygınlığını, geleneğini, toplumsal bellekteki yerini tahrip edeceğini dikkate almıyor.
Ordunun caydırıcılığını sadece profesyonel yönetim ve işleyişle, yüksek teknolojiyle sağlayabileceğini düşünen zihniyet, duruma göre orduyu “peygamber ocağı” olarak niteliyor, duruma göre “askeri vesayetten” yakınıyor. Konumuz bu değil. Sorunumuz; ulusal savunma sanayisinde olumlu adımlar atarken, dışa bağımlılık azalırken, ordunun silah envanterinde çeşitlilik artarken, özelleştirme konusundaki gözü karalık. Meselemiz; milli ekonomi, üretim ekonomisi olmadan, milli savunmanın ve savunma sanayisinin cılız kalacağını görememek. Derdimiz; Cumhuriyetin halkçı, devletçi, kamucu ekonomi modelinden vazgeçmenin, ekonomide, siyasette, toplumda, eğitimde, sağlıkta, orduda yarattığı olumsuz etkileri kavrayamamak.

Kuvayı Milliye ve İmalat-ı Harbiye
Cumhuriyetin bilge isimlerinden Turgut Özakman sıklıkla, “Kuvayı Milliye, tahtadan kılıç, soba borusundan top, ipten üzengi yapmaktır” derdi. Bir diğer ustamız Attilâ İlhan ise ordunun, halkçı ve millici karakterini Milli Mücadele sırasında nasıl kazandığını ve bu süreçte, savunma sanayisinin ne zor koşullarda kurulduğunu şöyle anlatmıştı:
“… Hiç unutamadığım, asla unutamayacağım, İmalat-ı Harbiye’nin Silah Fabrikası’nda, torna tezgâhındaki çocuklar… Evet, çocuklar: sekiz, dokuz yaşlarında, başı fesli, önlerinde mermi yığını, suratlarında onlara bol gelen bir muharebe ciddiyeti! Yanlış hatırlamıyorsam, ilk görüşümde biz çocukların da İstiklal Harbi’ne katkımız olmasından, hesapsız bir gurur ve iftihar duymuştum. Ankara’daki askeri fabrikanın, taş binasına ait resmi görünce de ağır bir yürek ezikliği: Vakur ve sağlamdı, fakat ne kadar yoksul! Bilir misiniz, Anadolu halkı bu Cumhuriyeti o yoksulluklardan yaratmıştır, ekmeğine gözyaşını katık ederek… Ankara’da İmalat-ı Harbiye faaliyete geçince, İstanbul’dan, Karadeniz üzerinden Ankara’ya gelen Demirhane’den Kemal Hakkı, yaptıkları işin zorluğunu, tehlikesini şöyle anlatıyor: Top mermisi sıkıntısı var. Ruslardan mermiler geldi, fakat bizim toplara girmiyor, mermileri tornalara bağlayıp, üzerlerinden talaş ediyorduk, çok tehlikeli işti: 155’lik ya da 105’lik dolu mermiyi, tornadan geçirmek çok zordu, çok dikkatli çalışmak gerekiyordu… Dolu top mermisini tornadan geçiriyor, üzerinden talaş alıyorlar. Bu ne demektir, hayal gücünüz kavramaya yetiyor mu? Bir kıvılcım, torna dahil, herkesi ve her şeyi havaya uçurabilir. Türkiye Cumhuriyeti, işte bu ateş sofrasından geliyor”. (Attilâ İlhan, “ABD’ye Helikopter Resti”, Cumhuriyet, 25. 07. 2001).
Kıssadan Hisse: Zenginler parayı verip birkaç hafta askerlik yaparsa, milli tank palet fabrikası özelleştirilirse, ordunun milli kimliği ve halk ordusu niteliği zarar görür.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları