Zamanın bir semptomu: Christchurch katliamı

18 Mart 2019 Pazartesi

Bir faşist militan Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde, göçmen Müslümanlara saldırdı, en az 50 kişi öldü; onlarca yaralı var. Bir de 75 sayfalık “Büyük Yer Değiştirme” başlıklı faşist manifesto. Olay dünya çapında şaşkınlık yarattı: “Ne! Yeni Zelanda’da mı?

Gerçekten de…
Gerçekten de Yeni Zelanda dünyanın sorunlarından uzak bir yer değil miydi? O kadar uzaktı ki, geçen yıllarda süper zenginlerin, kapitalizmin çöküşüne, “proletaryanın kazma kürek villaların kapsına dayanma” olasılığına, dünyanın sonuna hazırlanmak için Yeni Zelanda’da arazi aldıklarına, korunaklı barınaklar yaptırdıklarına ilişkin haberleri şaşkınlıkla okuyorduk.
Bu haberleri okudukça aklıma “‘Yüzde 0.1’, çoktan kapitalizmin, diğer bir deyişle onlar açısından dünyanın sonuna hazırlanmaya başlamışlar. Sistemin merkezindekiler, herkesten önce, durumun vahametinin ayırdına varmışlar” gibi düşünceler geliyordu. Son sığınak: Yeni Zelanda!
Şimdi onlar da tek bir dünya ve tek bir uygarlık olduğunu, bunun dışına çıkılamayacağını, sorunlarından kaçılamayacağını anladılar mı? Tüm insanlığın sorunlarının birlikte çözülmesine katkı yapmayı düşünecekler mi? Yoksa sağ popülizm, “neoliberal otoriterlik” (model aynı, biraz disiplin işte…) olarak pazarlanan faşist akımlara sığınmayı mı düşünecekler? Geçen yüzyılda benzer “vakitlerde” yaptıkları gibi…

Güncel, yaygın ve acil tehlike!
Latin Amerika’dan ABD’ye, Avrupa’ya, Ortadoğu’ya, Brezilya’dan Türkiye’ye, Tayland’a, Filipinler’e faşist ideolojinin türlü biçimlerini yerel renklere boyayarak geliştiren hareketler ya iktidarda faşizmi inşa ediyorlar ya da yükseliyor; kültürel iklimi, insanların değerlerini faşizmi daha kolay kabul edecek yönde değiştiriyorlar. Kapitalist dünya sisteminin merkezindeki Batı’da bu hareketler arasında ulus ötesi işbirliğinin, internet üzerinden propaganda ve örgütlenme ağlarının gelişmekte olduğu görülüyor.
Geçen yüzyılda kapitalizmin krizi, toplumun işçi sınıfı ile egemen sınıflar arasındaki tabakalarını (küçük ve orta burjuvaziyi) hızla eritiyordu. Faşist ideoloji ve hareket, bu kesimin sıkıntılarına, korkularına, umutlarına çözümler sunmayı vaat ederek gelişti.
Bu yüzyılda kapitalizm, işçi sınıfının krizdeki sermaye birikim rejiminde yerleşik kesimlerini tasfiye ediyor. Faşizm de öncelikle bu kesimlerin korkularını yansıtan bir ideoloji ve programla yükseliyor. Dün olduğu gibi, bugün de faşist ideoloji ve program, bu sıkıntıları, korkuları ve umutları ırkçılık, yabancı düşmanlığı bir “öteki korkusu”, “onlara bu ülkede yer yok” sloganı ile düzenliyor, “bir”leştiriyor. Faşist hareket, dünün Yahudi düşmanlığının yanına bugün aynı uğursuz formülle Müslüman düşmanlığını ekleyerek çalışıyor.
Yeni Zelanda katliamını gerçekleştiren faşist militanın (‘terörist’ kavramı, esas olguyu- faşist programı; örgütlü planlı militanlığı- gizliyor) yayımladığı manifestonun ilk sayfalarına bakınca karşımıza kendisini beyaz işçi sınıfının üyesi olarak tanımlayan biri çıkıyor. Bu kişi, işçi haklarını, çevreciliği, yasaları ve düzeni savunduğunu, emperyalizme karşı olduğunu iddia ediyor. Piyasaların sorumlu biçimde çalışmasını, geleneğin ve kültürün korunmasını, etnik bağımsızlığın sağlanmasını, toplumun uyuşturucu bağımlılığından kurtarılmasını istiyor.
Bir sonraki sayfalarda, beyazların doğurganlık oranlarındaki gerilemeden, beyaz nüfusun, doğurganlık oranları yüksek göçmenlerle değiştirildiğinden, “beyaz soykırımından” söz ediyor. Faşist militanın, beyaz göçmenlerin Maori soykırımı üzerinde yükselmiş bir toplum olan Yeni Zelanda’da “büyük yer değiştirmeden” söz etmesi de ironi değil. Faşist militanın “etnik otonomi” talebini yeni bir soykırım çağrısı olarak görmek gerekiyor.
Tüm bunları bir araya koyunca, Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen bir faşist “soykırım” denemesi örneğinin, kapitalizmin tüm hastalıklarının bütünsel bir semptomu olduğunu söyleyebiliriz. Liberal demokrasinin bu hastalıkları önlemek bir yana, ağırlaştırdığını da…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları