Birbirimizi Anlamak

25 Nisan 2015 Cumartesi

1961 yazıydı. Okul tatilinin bir bölümünü babamın görev yaptığı M/S Karadeniz vapurunda geçiriyordum. Vapur o yıllarda İstanbul’dan başlayıp 24 gün süren Akdeniz seferi yapıyor, Pire, Napoli, Cenova, Marsilya, Barselona, Beyrut ve İskenderiye limanlarına uğruyordu. Benim için eğlenceli bir yolculuktu. Uğradığımız liman kentlerini geziyor, yeni yerler görüyor, yeni insanlarla tanışıp belleğime bir daha çıkmamak üzere kazınacak anılar biriktiriyordum.

***

Bu anılarımın arasında Marsilya’nın en büyük caddesi olan La Canebière’deki bir dükkânda yaşayacaklarımın ilerisi için bana bir ders olacağının o gün farkında değildim. Öğle vaktiydi. Babamla caddedeki mağazaların, dükkânların vitrinlerine bakarak yürüyor, bir şeyler atıştırabileceğimiz bir yer arıyorduk. Vitrinlerden birinde siyah beyaz kareli bir gömlek takıldı gözüme. Seyrine dalmışım ki, babam, “Beğendiysen alalım” dedi. İçeri girdik. Küçücük bir dükkândı. Tezgâhın arkasındaki, siyah saçlarına aklar düşmüş, şişmanca bir adam bizi “Bonjour” (Günaydın) diyerek karşıladı.
Babam bana, “İstersen birlikte dışarı çıkın, gömleği göster” deyince adam kırık bir Türkçe ile “Türk müsünüz” diye sordu. Sesi heyecandan titriyordu. Olumlu yanıt alınca tezgâhın arkasından çıktı, yanımıza geldi, önce babamın sonra da benim boyunlarımıza sarıldı. Ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Dükkânın köşesinde üst kata çıkan ahşap merdivenin yarısına kadar tırmanıp yukarıya, Silva, hemen gel, misafirlerimiz var!” diye bağırdı. Sonra bize döndü, “Karım” dedi, “o da çok sevinecek…” Karısı aşağıya inince bizi gösterip “Bak, Türkler” dedi. Bu kez sarılma sırası ondaydı. Eşinin adının Silva olduğunu öğrenmiştik, onun adı ise Hampartsum’muş. Bu arada kapıyı içeriden kilitledi. “Ama… falan…” diyecek olduk, “Zaten öğle tatili” dedi, “yukarıda yemek yeriz birlikte, karım çok güzel yemek yapar…”

***

Uzatmayayım. Bir gömlek almak için girdiğimiz o dükkânda üç saatten fazla kaldık. Kapıdan dönen müşteriler Hampartsum Amca’nın da Silva Teyze’nin de umurlarında değildi. O saatler içinde yıllardır tanışan dostlar gibiydik. Yemekler yendi, şaraplar içildi. Hampartsum Amca ut çaldı, babamla birlikte Bimen Şen’in “Yüzüm şen, hatıram şen” şarkısını söyledi. Bir ara hüzünlendiler, Silva Teyze ağladı.
Bizi kapıda uğurladılar. Kaşla göz arasında Hampartsum Amca beğendiğim o gömleği hediye paketi yapmış, elime tutuşturdu.
18 yaşındaydım. Aradan yıllar geçince düşündüm. O karşılaşmanın ders niteliğinde gizemli bir yanı vardı. O iki Ermeni kendi “eski yurtlarından” gelen iki Türkle özlem gidermişler; bırakın sitem etmeyi, yakınmayı, dert yanmayı, ağızlarından bir kez olsun “Ermeni” sözcüğü bile çıkmamıştı. Babam da doğru davranmış, onların dertlerini deşecek hiçbir soru sormamıştı.
İstanbul’a dönünce Ermeni arkadaşlarıma Marsilya’daki o üç saatlik buluşmayı heyecanla anlattığımda beni sessizce dinlemişler, hiçbir şey sormamışlardı. Benim o zaman bilmediğim birçok şeyi onların çok önceden bildiklerini daha sonraki yıllarda anlayacaktım.
O zaman konuşmadıklarımızı, konuşamadıklarımızı artık konuşabiliyoruz. Acıları paylaşmak insanın yüreğindeki yükleri hafifletiyor.

***

Bugün 24 Nisan, acı bir gün. İstanbul’daki bilim insanı, şair, yazar, siyasetçi, gazeteci, hekim gibi Ermeni toplumunun önde gelen çok sayıda aydınının tutuklanmasıyla başlayan 1915 tehcirinin 100. yıldönümü.
Bu acı günde artık hayatta olmayan Hampartsum Amcayı, Silva Teyzeyi, aile dostumuz Ana Aharonyan Teyzemi, terzim Ardaş’ı, doktorumuz Jirayir Kaynar’ı; can dostlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim Anahit’i, Nurhan’ı, Meline’yi, Garo’yu, Sarkis’i, Anais’i, Paylin’i, Toma’yı, Arek’i sevgiyle anıyorum, iyi ki sizleri tanıdım, iyi ki vardınız, varsınız, iyi ki birbirimizi anladık, anlıyoruz diyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları