Uçuruma düşerken...

17 Ağustos 2015 Pazartesi

AKP-CHP görüşmeleri bir öneri bile üretemeden tükendi. Erdoğan ülkenin rejimini fiilen değiştirdiğini açıkladı. Diyanet, camilere din için, birileri için “canını feda etmeye hazır olma” hutbesi gönderdi. Durum demokrasi, adalet, hukuk, barış adına gerçekten çok vahim.
Seçimlerde AKP tek başına hükümet olma hakkını kaybettikten sonra, adeta “AKP iktidarı asla terk etmez, kaos yaratıp, bakın işte bana oy vermediniz ne oldu, diyerek yeniden seçime gider” diyen komplo teorisyenlerinin beklediği gibi oldu. İntihar eylemleri, suikastlar, çatışmalar vb., olaylarla birlikte ülke bir uçurumun kenarına geldi. MHP iyice sekterleşir, herkesi karşısına alarak “ben demiştim” diyebileceği bir noktaya çekilerek, ırkçı, şoven milliyetçi oyları toplamaya çalışırken, AKP ve CHP yetkilileri koalisyon görüşmelerine, bu uçurumun kenarında başladılar.
AKP bu görüşmeleri elinden geldiği kadar uzattıktan sonra bir koalisyon formülü önerisi bile üretmeden bitirdi. Genel kanıya göre, Başbakan bu uçurumun kenarından bir adım geri çekilerek ülkenin gerçek sorunlarını gündemine alacak cesareti gösteremedi, durduğu yerde oyalanırken, “biri” geldi, arkasından itti, o da düşme korkusuyla ileriye doğru büyük bir adım attı.
Şimdi, ülke uçuruma düşerken, AKP liderliği, odanın zeminini, kendini köşeye sıkıştıracak biçimde boyamış acemi boyacıyı da anımsatıyor. Bu düşüşü önleyecek bir hamle yapabilmek için bu köşeden, boyalara bulaşmadan çıkmaları olanaksız!

İçinden çıkılır gibi değil
AKP liderliğinin neden zemini kendini köşeye sıkıştıracak biçimde boyadığını biliyoruz: Liderini tüm denetimlerden arınmış bir devlet başkanı, sultan konumuna yükseltecek bir başkanlık sistemiyle fiili rejim değişikliğini (darbeyi) geriye doğru yasallaştırmak istiyor. Siyasal İslamın entelektüelleri de, böylece yüzyıllık restorasyon rüyasının gerçekleşeceğine inanıyorlar. Bu arzunun ve inancın gerçeklikte bir karşılığı yok! Her zorlama ülkeyi biraz daha kaosa doğru itiyor.
Gelinen noktada akla bu kez, o “iki mesele var” fıkrası geliyor. Bu ortamda erken seçimler yapılabilir mi? Eğer yapılamazsa ülke, fiili başkanlıkla, muhbir muhtarlarla, iç güvenlik yasasıyla, savaş koşullarıyla mı yönetilecek?
Eğer her şeye rağmen erken seçimler yapılabilirse, yine iki mesele var. Ya bugüne benzer bir durum oluşacak, birikmeye devam eden cesetler üzerinden başa döneceğiz! Ya da AKP ne yapıp edip tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edecek. Karşımızda, ekonomisi son derecede kırılgan, etnik - mezhep gerginlikleriyle patlama noktasına gelmiş bir ülkede, dört cephede birden (IŞİD’e, PKK’ye, içerde ve dışarda) savaşmaya çalışan bir hükümet olacak.
Üstelik, AKP bunları, seçmeni ikinci kez seçime götürüp hükümeti adeta zorla ele geçirmiş bir parti olarak iktidara tutunurken yapmaya çalışacak. Dahası tüm bunları seçimlerin meşruiyetini sorgulamaya başlayacak olanların olduğu kadar, çoktandır AKP liderliğinin, baskıcı bir başkanlık rejimi kurabilmek için gerekirse ülkeyi iç savaşa sürüklemeye hazır olduğuna inanan bir “uluslararası topluluğun”, mali piyasaların gözleri önünde yapmaya çalışacak.
‘Olağanüstü zamanlar, olağanüstü tutumları gerektirir”: Bu kâbustan tek çıkış yolunun, CHP ve HDP’nin seçimlere, AKP’nin restorasyon ve başkanlık hayallerine son verebilecek bir barış ve demokrasi bloku- işbirliği (ne uygunsa onu) oluşturarak girmelerinde, sosyalist hareketin de Birleşik Haziran Hareketi’nde güçlerini birleştirerek bu “bloku-işbirliğini” desteklemesinden geçtiğini düşünüyorum.
PKK’nin de, artık stratejik anlamını yitirmiş, her seferinde, can kaybının yanı sıra bir bumerang gibi dönüp HDP’yi, HDP’nin bir Türkiye partisi olma, demokratik-seküler güçlerle birleşme çabalarını, barış olasılığını vuran eylemlerine son vermesi gerekiyor. Besbelli ki “çözüm” denen şeyi, ancak AKP’nin bu fiili rejiminden kurtulduktan, silahlar sustuktan sonra, gerçekçi bir biçimde konuşmak mümkün olabilecek!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları