Sözde ekonomik toparlanma

18 Ağustos 2015 Salı

Uluslararası finans çevrelerinde, dünya ekonomisinin mali krizden sonra girdiği “uzun durgunluktan” çıkmaya başladığına ilişkin bir hikâye anlatılıyor.
Bir taraftan Çin ekonomisinde yaşananlar, geçen haftanın beklenmedik devalüasyonu, öbür taraftan OECD ülkelerinde emek piyasalarının durumu bu hikâyeyi yalanlıyor.

‘Deflasyon supabı bozuldu’
Geçen haftaya kadar, Çin parası Yuan’ın dolar karşısında yüzde 15’e varan bir düzeyde aşırı değerli olduğu düşünülüyordu. Yuan’ın bu düzeyi ekonomik büyümeyle birleşince, dünya ekonomisinde deflasyon (talep yetersizliği) basıncını kontrol eden bir supap işlevi görüyordu. Geçen hafta Yuan’ın üç günde yüzde 3’ün üzerinde devalüe edilmesi Financial Times’dan Gavin Davis’e göre (12/08) bu supabın bozulduğunu gösteriyor. Deutsche Bank, devalüasyon oranının yüzde 10’a ulaşabileceğini söylerken (Market Watch, 12/08), Financial Times da, Çin Merkez Bankası’nın Yuan’ın değerinde sert dalgalanmaların devam edebileceğine ilişkin uyarısını aktarıyordu (15/08).
Çin yetkilileri, devalüasyonu, “piyasa ekonomisinin işleyişini kolaylaştırmaya yönelik bir reform” gibi sunmaya çalışsa da, rahatlıkla farklı bir sonuca ulaşmak olanaklı. Birincisi, devalüasyon, Çin yönetiminin ekonomiyi iç tüketime yönelik olarak yeniden düzenleme projesine uygun değil, ihracatı teşvik etmeye yönelik. Diğer taraftan bugünün dünya ekonomisi ortamında devalüasyonun ne Çin’in ihracatına ne de yatırıma dayalı büyümeye önemli bir katkı yapması beklenebilir.
İkincisi bu devalüasyon Çin kapitalizminin krizinin bir ifadesi. Temmuz verileri, sanayi üretiminin büyüme hızının, ihracatın, sabit sermaye yatırımlarının, perakende satışların düşmekte olduğunu gösteriyor. Kısacası ekonomik büyüme, öngörülen yüzde 7’nin altına doğru giderken, deflasyonist basınç, kapasite fazlası sorunu kendini hissettiriyor (Wall Street Journal 12/08).
Çin yönetiminin bir çözüm olarak ihracatı teşvik edecek devalüasyon aracını seçmiş olması, aynı zamanda deflasyonu “ihraç etmeyi” seçtiğini de düşündürüyor. Bu devalüasyon yalnızca bölge ülkelerinin ihracat kapasiteleri ve büyüme hızları üzerinde değil, Avrupa ve ABD ekonomileri ve mali dengeleri üzerinde de olumsuz etkiler yapacak. ABD’nin ekonomik büyüme hızının yüzde 2’nin altına inme olasılığı, Fed’in faizleri arttırmaya başlamasını geciktirerek mali piyasalardaki dengesizlikleri güçlendirecek. Kısacası ekonomik toparlanma hikâyesi inandırıcı değil.

Bu hikâyenin karanlık yüzü
“Durgunluktan çıkma” hikâyesi, işsizlik oranlarında görülen kimi gerilemelerle de destekleniyor. Gerçekteyse, hem işsizlik oranları hâlâ kriz öncesi düzeyin çok altında, hem de bu hikâyenin, “toparlanmanın” yükünün çalışanların, özellikle de 15-24 yaşlarındaki gençlerin sırtına yıkıldığını gizleyen bir karanlık yüzü var.
Önceki hafta Financial Times, OECD işgücü piyasalarında ve istihdam eğilimlerindeki gelişmelere ışık tutan bir seri analiz yayımladı (Romel, Sanbu, O’Connors, Gapper 3-6 Ağustos, 2015).
Bu araştırmacıların bulguları, yaratılan yeni işlerin içinde “standart olmayan” olarak tanımladıkları geçici işlerin, OECD genelinde yüzde 33.4 iken Yunanistan, İtalya, İspanya’da yüzde 40’ın üstüne çıkabildiğini gösteriyor. Avrupa’nın güçlü ekonomisi Almanya’da bu oran yüzde 38. Geçici işlerin toplam yeni istihdam içindeki payı, 15-24 yaş grubunda, Almanya’da yüzde 53’ten İspanya’da yüzde 69’a ulaşabiliyor. Geçici işle işgücü piyasasına girenlerin kalıcı işlere atlama şansı da yüzde 50’nin altında. Nihayet geçici işlerde çalışanların ortalama geliri kalıcı işlerde çalışanlarınkinden çok düşük. OECD genelinde geçici işlerde çalışan işçi ailelerinin yüzde 22’si yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Özetle, OECD genelinde, düşük büyüme, yüksek ve kırılgan işsizlik, yoksullaşma, deflasyon egemen... Benim bildiğim bunun adı “toparlanma” değil depresyon...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları