Ya o fotoğraf olmasaydı?

08 Eylül 2015 Salı

Küçük Aylan’ın fotoğrafı, dünya medyalarında, izleyenlerin yüreklerinde fırtınalar yarattı. Calais’te kamplarda yaşananlar, denizde boğulanlar, frigorifik kamyonun içinde açlıktan, susuzluktan, havasızlıktan yavaş yavaş ölenler... Zaten içimiz katılmıştı, aniden bir duygu dalgası yükseliverdi...
Denizden gelmeye çalışırken yollarda ölenlere yönelik “Kurtarma gemisi değil, savaş gemisi gönderelim”, “İstila ediliyoruz”, “Karafatmalar” gibi başlıklar, yorumlar aniden “İnsan trajedisi”, “Vicdanımızı canlandırdı”, “Bir şeyler yapmak lazım” diyenlerle yer değiştirdi. Aylan’ın fotoğrafı “Göçmen krizini doğru biçimde ele almanın yolunu gösteriyor...”, birileri “Aylan’dan önce: Aylan’dan sonra” diyordu...
Peki, ya Aylan’ın fotoğrafı olmasaydı? İnsanlar onar-yüzer yollarda, yüzer biner, İslam Devleti’nin, Esad’ın, Taliban’ın, Libya’da birbirini yiyen dinci grupların elinde, insansız uçakların hedefinde ölmeye devam ederken devletten sorumlu olanlar, siyasi partilerin o her şeyi çok bilen danışmanları, gazete editörleri, TV yapımcıları, “Ne yapsak da ırkçı, şoven, yabancı düşmanı, dinci partilerin taraftarlarını yabancılaştırmasak” diye kafalarını kaşımaya devam mı edeceklerdi?
Şimdi rahatlayabiliriz! Vicdanlar ayakta, Alman şirketleri, göçmenleri fırsat olarak değerlendirirken (Spiegel 27/08), Almanlar, Avusturyalılar gelenleri karşılamak için yollarda, Macar devleti, devlet başkanı neo-faşist Orban, AB duyarlılıklarının kara listesinde.
Sokrates, Filozofun görevi herkesin üzerinde anlaştığı fikirleri sorgulamaktır” diyordu. Dediklerini yaptı, herkesin sinirine dokundu öldürdüler. Allah’tan ne filozofum ne de herkesin sinirine dokunmayı başaracak kadar akıllı. O yüzden “aniden” herkesi harekete geçiren, vicdan dalgasını, duygu seli mutabakatını sorgulamayı ben de deneyebilirim.

‘Yüzeyde boğulmak’
Kumsalda adeta uyur gibi, bir azizin, ölümün bozamadığı, parçalayamadığı, çürütemediği bedeni gibi, uzanmış Aylan’nın fotoğrafıyla karşılaşmadan, ağlamaya sonra infial duymaya başlamadan önce neler görmemiştik ki... Bağdat bombalanırken babasının kucağında, kafasının yarısı yanında sallanan küçük kız, Gazze’de füzelerin yıktığı evlerin altından çıkartılan tozlu çocuk bedenleri, açlıktan, kuraklıktan, eboladan ölen bebelerin fotoğrafları... Aylan, bu göçmen sığınmacı trajedisinde gördüğümüz ilk çocuk ölüsü de değildi.
Dahası, aslında, bu duygulara kapılmak için bu resimleri görmemize gerek de yoktu. Savaşın, hele ABD gibi bir süper güç Irak gibi bir enkaza, “şok ve huşu” uyandırmayı amaçlayan bir güç gösterisiyle saldırdığında, İsrail’in süper teknolojik ordusu, Gazze’de var olmanın sınırında zar zor yaşayabilenleri bombaladığında neler olacağını sanki bilmiyor muyduk?
Aylan’a gelene kadar “gösteri toplumunun” “içine hapsedildiğimiz dijital tecrit hücresinin” duvarlarının yüzeyine yansıyan her felaketi (reeli) hemen, yabancılar, “işlerimizi çalanlar”, “kültürümüzü kirletenler”, hatta “potansiyel teröristler” ya da “İslam işgal ediyor” gibi fantezilerle sterilize eden medya neden aniden fikir değiştirdi de birden her tarafı, tek bir resim kapladı?
Sakın, bizden bu vicdan patlamasını, duygu selini talep eden “şey”in amacı, bizim bu yüzeyde kendi gözyaşlarımızda boğularak tatsız sorular sormadan katılıp kalmamızı garanti etmek olmasın? Ya bu, aslında ne göçmen, sığınmacı krizi, ne de insani krizi ise? Ya bu adeta doğa olayı gibi, kendiliğinden gelen bir kriz değil de, kapitalizmin krizinin içinde, ekolojik kriz derinleşirken, insanın, daha açık söyleyelim, “yüzde 1’in” ne pahasına olursa olsun çıkarlarını korumaya, var olmaya devam edebilmek için çabalarken ürettiği bir “şey” ise?
Ya Aylan’ın, en kırılgan olanların, bu en kırılgan kesiminin, en zayıf, düzenin kurallarından en habersiz, en masum bireyinin bedeninde kendini gösteren, aslında uygarlığımızın geldiği aşamadaki canavarlığı, imkânsızlığı ise? Ya bu uygarlık var olduğu sürece her şey eskisi gibi olmaya devam edecekse?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları