Demokrasi ve uzlaşı üzerine

24 Şubat 2017 Cuma

17 Şubat 2017 günü 1260 üyeli Birleşik Federal Meclis’te yapılan seçimlerde sosyal demokrat milletvekili ve Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier oyların yüzde 74.3’ünü alarak Almanya Federal Cumhuriyeti’nin 16. cumhurbaşkanı seçildi. Görevini 19 Mart’ta yine bir sosyal demokrat olan Joachim Gauck’tan devralacak olan Steinmeier, Sosyal Demokrat Parti’nin, Hıristiyan Demokrat Birlik ve Hıristiyan Sosyal Birlik partilerinin ortak adayıydı. Hür Demokrat Parti ve Güney Schleswig Seçmen Birliği milletvekilleri de Steinmeier lehine oy kullandılar.
Bu seçim demokrasiyi özümsemiş bir ülkede “Nasıl uzlaşılır” sorusuna verilmiş somut bir örnektir.

***

2012 yılından bu yana iki dönem Avrupa Parlamentosu Başkanı olan Sosyal Demokrat Martin Schulz, partisinin genel başkanı Sigmar Gabriel tarafından hem kendi koltuğu için hem de federal seçimlerde başbakanlık adaylığı için önerildi. Önerisi, Sosyal Demokrat Parti yönetim kurulunda oybirliği ile kabul edildi.
Bu da uygar bir ülkede köklü bir siyasal partide özveriye dayanan bir uzlaşı örneğidir.
Bir yoldaşına, “Sen bu görevi benden daha iyi başarırsın” diyerek koltuğunu devreden Sigmar Gabriel 57 yaşındadır, 1977 yılından bu yana Sosyal Demokrat Parti üyesidir. 1999 yılında Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı olmuş, 2005 yılında Hıristiyan Birlik partileri ile Sosyal Demokrat Parti tarafından kurulan koalisyon hükümetinde Çevre, Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanlığı’na getirilmiştir. 2009 yılında parti genel başkanlığına seçilmiş, 2013 yılında kurulan 3. Angela Merkel hükümetinde Şansölye Yardımcılığı’nın yanı sıra Ekonomi ve Enerji Bakanlığı’nı üstlenmiştir.
27 Ocak 2017 günü genel başkanlık koltuğunu Martin Schulz’a devrettikten sonra Almanya Federal Dışişleri Bakanı olarak Cumhurbaşkanı seçilen Frank Walter Steinmeier’in yerine geçmiştir.
Tüm bunlar ülkemizdeki siyasetçilere ders niteliğinde olan davranışlardır.

***

Türkiye’de siyasete çoğulculuk değil “çoğunlukçuluk” fetişizmi egemendir. Çoğunluk tarafından seçilen kişi kendini “muktedir” olarak görür. Azınlığın kendisine tabi olmasını bekler, ister. Parti içi muhalefet bir “rahatsızlık nedeni” olarak değerlendirilir. Bırakın bulunduğu makama daha layık olduğuna inandığı bir parti yoldaşına koltuğunu bırakmayı onun yolunu kesmek için elinden geleni ardına koymaz.
Bu durum tüm siyasal partilerimiz için geçerlidir. Hiçbirinde demokratik işleyiş yoktur; parti içi yandaşlık liyakatten önde gelir. Parti lideri, “uzlaşı” nedir, “uzlaşma” nedir bilmez, bilse de bilmezlikten gelir. Oysa uzlaşı, uzlaşma demokrasi kültürünün temelidir.
Örneğin, Almanya 2005 yılından beri koalisyon hükümetleriyle yönetilmektedir. En son koalisyon 2013 yılında Hıristiyan Birlik Partileri ve Sosyal Demokrat Parti arasında kurulmuştur, günümüze kadar başarıyla görevdedir. Almanya’yı Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip ve Avrupa Birliği’ne kaptan kılan koalisyon hükümetleridir.
Siyasal koalisyonlar uygar toplumlardaki uzlaşma kültürünün ürünleridir.
Bir de bize bakalım. AKP ve MHP sözcüleri “muktedir cumhurbaşkanı” propagandalarında koalisyon olasılıklarını öcü gibi gösteriyorlar. O MHP ki 7 Haziran 2016 genel seçimleri sonrasında TBMM’de muhalefetin sahip olduğu yüzde 60’lık çoğunluğu “istemezükçü” tavrıyla heba etmiş, Cumhurbaşkanlığı altın tepsi içinde AKP’ye sunulmuştur.
Ne denir ki?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları