Sular durulunca

24 Mart 2017 Cuma

Başta Hollanda olmak üzere siyasetçilerimizin ülkelerindeki Türkler ve Kürtlerle 16 Nisan Referandumuna ilişkin yapacakları toplantıları yasaklayan ya da kısıtlayan Almanya, İsviçre, Danimarka gibi ülkelere söylemediğimizi bırakmadık. Ne Nazilikleri ne ırkçılıkları ne yabancı ne de İslam düşmanlıkları kaldı. Ülkemizin dört bir yanında sayısız protesto gösterisi yapıldı.
Avrupa ülkeleriyle ilişkilerimizi kopacak noktaya getirdik. Belki de istediğimiz buydu, bir fırsat kolluyorduk, bu fırsatı bulup tepe tepe kullandık.
Şimdi sular biraz olsun durulunca düşünüyorum, örneğin Hollanda tutumunda baştan sona haksız mıydı diye…
15 Mart’ta Hollanda’da genel seçimler vardı. Anketler, ırkçı ve yabancı düşmanı söylemleriyle öne çıkan Geert Wilders’in partisinin seçimlerden 1. ya da 2. parti olarak çıkacağını gösteriyordu. Başbakan Rutte’nin liderliğindeki sağ liberal-demokratlar panik içindeydi. Rutte, diplomatik bir dille Türkiye’den referandumla ilgili gelecek bakanlara bu ziyaretlerini 15 Mart sonrasına ertelemelerini duyurmuştu.
Önce Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu bu erteleme ricasını dinlemeyip Hollanda’ya gitme girişiminde bulununca uçuş izni Hollanda makamları tarafından iptal edildi.
İlk kıyamet o zaman koptu.
Bir süre sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Betül Sayan Kaya, bir yandan Sayın Çavuşoğlu’na konan yasağı protesto, öte yandan Rotterdam’daki Türklere ve Kürtlere referandumda “Evet deyin!” propagandası yapmak üzere Almanya üzerinden Hollanda’ya giriş yaptı. T.C. Rotterdam Başkonsolosluğu’nun 30 metre yakınına kadar hiçbir engelle karşılaşmaksızın geldi.
Burada güvenlik güçlerinin engeliyle karşılaştı. Canlı görüntülerde Sayın Bakan’ın kendisinin başkonsolosluk binasına girişini engelleyen güvenlik görevlileriyle konuşmalarını izledik. “Ben bakanım, diplomatik dokunulmazlığım var!” diyordu. Bu, doğru değildi. Çünkü bakan olmak kişiye bir yabancı ülkede diplomatik dokunulmazlık vermez!
Oraya kadar gelişi de uluslararası diplomatik teamüle aykırıydı. Bakan düzeyinde bir politikacı yabancı bir ülkeye ziyaretini ilkin o ülkede kendi mevkiindeki meslektaşına haber verirdi. Eğer gelişinde herhangi bir engel yoksa gideceği ülkenin yetkilileri tarafından ülkeye girişinden itibaren gerekli koruma/güvenlik önlemleri alınırdı.
Tasavvur edelim; bir terörist silahını çekip bakanı vuruyor! Bunun vebali kime yüklenecektir? Ne tür siyasal sonuçları olacaktır?
Burada itiş kakış, at, köpek teferruattır.
Sayın Kaya yanlış yapmıştır. Onun yanlışı nedeniyle Hollanda’yı yerin dibine batırmak, giderek II. Dünya Savaşı’nda en büyük Nazi zulmüne maruz kalmış bir ülkeyi “Nazilikle” suçlamak insafsızlık değil midir? Başta Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız olmak üzere her düzeyden yetkililerimiz Hollanda’nın tutumunu destekleyen Almanya’yı da salvo ateşine tutmuşlar, bu ülkeyi de “Nazilik” ile suçlamışlardır.
Yanlıştır, haksızlıktır! Bir anımı aktarayım: 1955 yılında Almanya’nın Bremen kentinde okula gidiyordum, 6. sınıftaydım. Sınıf arkadaşlarımdan 23’ü dedelerini veya babalarını Nazilerin başlattığı II. Dünya Savaşı’nda yitirmişlerdi.
Nazilik, birçok Avrupa ülkesinde en ağır suçlamadır.
Avrupa toplumsal/siyasal açıdan heterojen bir yapıdır.
Saptayalım. Avrupa’da ırkçılık yükselişte midir? Evet! Yabancı düşmanlığı yükselişte midir? Evet! İslamofobi yükselişte midir? Evet!
Bu yükselişin üzerine körükle gitmek, provokatörlüğe soyunmak doğru mudur?
Üzerinde durup düşünmek gerekmiyor mu?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları