Bir laboratuvar olarak Fransa

04 Mayıs 2017 Perşembe

Fransız başkanlık seçimleri, faşist (Le Pen), komünist (Melanchon), oportünist (Macron), hırsız (Fillon) ile başladı. Komünist ve hırsız elendi. İkinci turda faşist ve oportünist arasında seçim yapmak gerekecek. Bu tatsız seçenek aynı zamanda çok tehlikeli bir duruma işaret ediyor.
Siyasi tercihler var olan “durum” (gerçekliğin koyduğu sınırlamalar) içinde, ya bu “durumu” arzulanan bir yönde değiştirmek ya da arzulanmayan bir yönde değişmesini engellemek için yapılır. Tercih yaparken gerçekliğin koyduğu sınırları görmezden gelerek kendi “ruhunun saflığına” uygun davrananların tercihleri, çoğu kez, “ruhun saf kalma arzusunun” tam tersine sonuçlar üretirler.
 
Gerçekliğin ‘durumu’
Kapitalizmin yaşamakta olduğu yönü belirsiz dönüşüm (ekonomik, siyasi, ekolojik, hatta kültürel) sürecinin özelliklerini, gerek
I. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü, gerekse, 1929 mali krizi ve onu izleyen “Büyük Bunalım”, küreselleşmenin çözülmeye başlamasının olası sonuçları bağlamında çok tartıştık; şunları vurgulamakla yetineceğim. Bir ekonomik kriz yönetim modeli (neo-liberalizm) ve bir hegemonya (ABD liderliğinde Batı hegemonyası) sistemi dağılıyor. Bu sırada, “oluşan çatlaklardan çıkan birçok iğrenç yaratığınyanı sıra, Fransa’nın merkezinde bulunduğu Avrupa Birliği’nde, halkın büyük bir kısmı birliğin durumundan rahatsız. Ekonomik krizin etkileri altında bunalan çalışanlar (işçi sınıfı ve orta sınıflar), sıkıntılarının nedenlerini düşünürken Avrupa Birliği’ni yöneten bürokrasi, küreselleşmeci (liberal) seçkinlerin beceriksizliği, bencilliği ve sosyal hizmetleri, kaynakları paylaşan göçmenler üzerinde odaklanıyorlar.
Tarih bize bu tür dağılma süreçlerinin, emperyalist savaşlara, devrimlere, totaliter, faşist rejimlere yol açtığını söylüyor. İngiltere’de Brexit bu süreci hızlandırıyor. Buna bir Frexit (Fransa’nın çıkması) eklenirse Avrupa Birliği’nin dağılması, üyelerinin “bağımsız” ulus devletlere dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor. Avrupa tarihi, ulus devletlerin, demokratik bile olsalar barış içinde yaşayabileceklerini düşündürmüyor.
 
Fransa’da siyasi tercih sorunu
Fransa’da yukarıda kabaca betimlemeye çalıştığım “gerçeklik” içinde, yapılan başkanlık seçimlerinde ya oportünist, küreselleşmeci, neo-liberal Macron ya da faşist Le Pen kazanarak başkan olacak: Ya “statüko”, ya faşist parti.
Seçenek aslında çok açık değil mi? Değil! Marine Le Pen’in, partisinin değiştiğine, merkeze kaydığına ilişkin söylentiler (adeta 2002-3’te Türkiye’deyiz ve AKP’yi konuşuyoruz) karmaşıklaştırıyor. Eğer Le Pen artık faşist değilse, neo-liberal, küreselleşmeci statükoyu korumak yerine, çalışanların desteğini alan “halkçı”, emperyalist AB’ye karşı çıkan Le Pen’e oy vermek gerekmez mi?
Gerçekteyse, Le Pen’in partisi Yahudi düşmanlığı yanına şimdi de Müslüman düşmanlığını eklemiş, kıdemli, faşist politikacılarla dolu. Marine Le Pen de, nisan başında bir TV programında, 1942’de Fransız polisinin 13.000 Yahudiyi toplayıp Auschwitz’e göndermiş olmasının sorumluluğunu kabul etmeyerek babasının kızı olduğunu gösterdi. Bu pisliği yumurtladıktan sonra ortalık karışınca da kızgınlıkla “O soruyu sormasalardı ben böyle konuşmazdım” demiş. Marine Le Pen’in yerine partiye geçici başkan olmaya hazırlanan Jean-François Jalkh’da soykırım inkârcısı olduğu ortaya çıkınca çekilmek zorunda kaldı.
Aslında durum o kadar da karmaşık değil. Kapitalizmin yaşamakta olduğu dağılma sürecinden, devrim yönünde ya da en azından solun arzuladığı yönde bir değişim çıkartmak seçeneği, durumun içinde yoksa, en azından var olan durumu koruyarak, yeni seçenekler yaratabilmek için, faşizme, savaşlara giden yolu engelleyecek yönde, ancak Macron’un, Le Pen’in getirdiği tehlikeyi, yok edemeyeceğini, bu tehlikenin daha büyümüş olarak geri gelebileceğini de bilerek “faşizme geçit” yok demek için oy vermek gerekiyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları