Davet - cihat - şiddet

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Manchester’da bir İslamcı teröristin bombalı intihar saldırısından sonra, “ruh hastası”, “yalnız kurt” klişesi gündeme gelmedi. Bu intihar eylemcisi Libya’da savaşmıştı, güçlü ve uzmanlık gerektiren karmaşıklıkta bir bomba kullanılmıştı. Yaygın bir yerel ve uluslararası destek ağı da söz konusu.
Bu kez “yalnız kurt” klişesinden kurtulduk, ama, “İslam bu değil”, “Bu katliamlar Batı’nın dış politikasıyla ilişkilendirerek haklı çıkarılamaz”, gibi itirazlar hâlâ canlı.
Bu itirazlarda bir gerçeklik payı var; duyunca başımızı bilgiççe sallayıp rahatlayabiliriz. Ancak bu başını kuma sokan devekuşunun rahatlamasından daha yararlı olmaz. Rahatlatıcı açıklamalara sığınmaz, soruna dikkatle bakarsak, bu intihar eylemleriyle siyasal İslam ve Batı’nın dış politikaları arasında güçlü bağlantılar olduğunu görebiliriz.
 
‘İslam bu değil’
İslam bu değil”, içi boş bir iddia. Tüm Müslümanlar terörist değil ama söz konusu teröristler Müslüman. Dahası, ne tek bir İslam, ne de her bir parçanın tam olarak ne olduğunu belirtecek bir otorite var. Diğer taraftan, devleti, toplumsal yaşamı dini kurallara (Şeriata) göre düzenlemek isteyen bir akım, siyasal İslam var! İslamda Müslüman olmayanları Müslümanlığa çağıran, “Davet”, (Davah) kavramı bu akımın söyleminde Davet’e icabet etmeyenleri Müslümanlığı reddetmiş saydığından, “Davet” kavramı doğrudan Cihat kavramına açılıyor. Bu intihar eylemlerinin mantığını da “Davet” ve “Cihat” ilişkisi belirliyor.
Ek olarak, Ortadoğu’da, soğuk savaş döneminde, özellikle Afganistan savaşından başlayarak, Suudi rejimi gibi merkezler, İslamın Selefi (Vahhabi) yorumunun yayılmasını finansal ve kurumsal olarak destekliyorlardı. Bölge devletlerinin din-eğitim kurumlarına, politikacılarının cebine akan Suudi parası bu “Davet” ve “Cihat” düşüncesini yayan okulları, insanları besliyordu. Şii nefreti, İran korkusu bu olguyu, bu kez Irak ve Suriye’de, Sünni siyasal İslamın şiddete en yatkın, intihar eylemlerini savaş ve propaganda aracı olarak kullanan kesimlerinin mali, lojistik olarak desteklenmesine kadar vardırdı. Bunlara karşın, Oliver Roy, radikal dincilerin şiddete yönelmediğini, her dönemde ortaya çıkan anarşist nihilist gençlerin, günümüzde kendilerine ideoloji olarak İslamı seçtiklerini savunuyor. Diğer bir deyişle sorun İslamla, hatta köktendincilikle değil, bu nihilist gençlerle ilgili. İyi de bu gençler neden başka bir dini değil de İslamı seçiyorlar? Sakın İslam dini içinde, Selefi/Vahhabi tezgâhından geçmiş köktendinciler, siyasal İslamın projesinde kullanmak üzere bu gençleri, hapishanelerde, camilerde, hatta sanal ortamda bulup seçiyor olmasın?
 
Batı’nın dış politikasıyla...
Batı’nın dış politikalarına gelince... Soğuk savaş boyunca bölgede, Türkiye’de de NATO lisanslı, son “gerçek” askeri darbenin Evren rejimi döneminde, İslamcı entelijensiyanın en radikal kesimiyle “liberal demokraside” buluşmaya çalışan, “yararlı salakların” da katkılarıyla, “Davet ve Cihat” anlatısını güçlendirecek ideolojik-kurumsal ortam yaratılmadı mı?
Filistin - İsrail yarasının kangren olmasının, Irak ve Libya devletlerinin yıkılması sırasında akan kanlar, büyük toplumsal ve manevi yıkımın, yarattığı nefretin sorumlusu da Batı’nın Ortadoğu politikaları askeri maceraları, Büyük Ortadoğu fantezisi değil mi?
Bu intihar eylemleri salgınında, NATO üyesi Türkiye’nin topraklarının bu cihatçı militanlar için güvenlikli bir transit yolu, konaklama ve örgütlenme, mali-lojistik network’ler kurma alanı olmasının de bir katkısı yok mu? Manchester bombacısı da saldırıdan önce Türkiye’den geçerek gelmiş. Bu ülkede gençlere “kinine ve dinine sahip çık!” çağrıları yapılmıyor mu? Şii - Sünni çatışmasında, ABD açıktan Suudi rejiminden yana tutum alınca, bu “Davet-Cihat” ilişkisi yeni bir enerji kazanmayacak mı?
Siyasal İslam’ın “Davet” arzusu “Cihat” pratiği, Batı’nın bölgedeki böl, savaştır, silah sat politikaları var oldukça İslamcı terörizm bitmez!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları