Dinin siyasallaşması - Gerçek postmodernizm

30 Kasım 2017 Perşembe

Postmodernizm bizi, Aydınlanma geleneğinin soğuk akılcılığından, Modernizmin hakikat, evrensellik, ilerleme gibi saplantılarının despotizminden kurtaracak, “büyük söylemlerin” (teorinin) bastırdığı, sildiği bedenleri (ve hazları), kültürleri (etnik dini farklılıkları) yeniden öne çıkararak, bireyi özgürleştirecekti. Postmodernizm, modernizmin “pasif nihilist” bir parodisi olmanın ötesine geçemedi; gerçek anlamda bir modernizm sonrası sunamadı, giderek söndü ama dinin siyasallaşmasına uygun ortamın oluşmasına da büyük katkı yaptı.

Bu dünyadan umudu kesince...
Hakikatler, evrensellik yoksa, siyaset kapitalizmin ötesine bakmayı, sanat modernizmin tuzaklarından kurtulmak için siyaseti bırakıyor, büyük sorunlardan uzak duruyor, anlamdan kaçmaya çalışıyorsa, bu dünyada, daha iyi bir gelecek kurma, baskı ve sömürüden, açlıktan, savaşlardan kurtulma (ilerleme) umudu yoksa, birey yaşamını hangi ilkelere göre yönlendirecektir?
Bu soruların cevabı pratikte, bedenlerin hazlarına odaklanmak, bunun için tüketime ve cinselliğe umut bağlamak, her ikisini kolaylaştırmak için de paraya ulaşmaya öncelik vermek olarak şekillendi.
Popüler kültürde “Para”, uğruna hırsızlıktan, kiralık katilliğe, uyuşturucu satıcılığına kadar her şeyin mubah olduğu (Hollywood filmleri), ilkelerin kolaylıkla terk edilebildiği (komedi dizilerindeki karakterler) bir “yüce nesne” konumuna yükseldi. Insanlığın ufku sermaye ilişkisiyle kapandı. Değişemeden (kapitalist özelliklerini koruyarak) yayılmaya (küreselleşme), hızlanmaya devam eden toplumsal ilişkiler giderek canavarlaşmaya başladılar: Finansal krizler, müstehcen servetler, dayanılmaz yoksulluk ve açlık; güvenliğini, dini, etnik kimliklerde arayan insanların yarattığı, kimi zaman umutsuz isyanlar, savaşlar, soykırımlar...
Parayı “yüce nesne” olarak kabullenemeyen, anlamı ve umudu bu dünyada bulamayanların bir kısmı, çözümü, kendilerine bu berbat dünyada yalnızca birer misafir olduklarını söyleyen dinci (Müslüman, Budist, Hıristiyan) kurtuluş düşüncesine yönelmekte buldular. Böylece Aydınlanma geleneğinin bilimsel düşüncenin yerini mucize, Modernizmin ulus ve/ya sınıf sadakatlerinin yerini, modernizm öncesinin gerici/dinci aşiret/tarikat sadakatleri almaya başladı. Gerçek postmodernizm de (modernizm sonrası), işte böyle, dinin siyasallaşması olarak şekillendi.

Ilımlı ya da radikal
Tayfun Atay’ın çok güzel vurguladığı gibi, “Son Sina saldırısını gerçekleştiren IŞID’in eylemini kendince gerekçelendirecek dayanak, Islam tarihinde mevcuttur. Tarihsel olarak, sosyolojik olarak, sosyal antropolojik olarak bunlara ‘Müslüman demek durumundayız. (...) Din adına yapılan savaşları ... gerçekleştirilen katliamları fark etmek durumundayız”. Ek olarak, bireyin bu “kalpsiz” dünyaya karşı başkaldırırken, dini siyasallaştırmasının, siyasi pratiğinin terörist biçimler de alabilmesinin arkasındaki dinamikleri de görmeye çalışmamız gerekiyor.
Siyasal Islam üzerine çalışan birçok araştırmacı, Islam ortak paydası üzerinde, siyasal Islamın ılımlı ve radikal akımları arasında ayırım yapabilmek gerektiğini savunuyorlar. Bu yaklaşıma katılmamak zor. Ancak ortak payda Islamın, insanı bu dünyada misafir olarak tanımladığını da unutmamak gerekiyor. O zaman da siyasal Islamın ılımlı ile radikal kanatları arasındaki fark, karşımıza, bu dünyayı, öteki dünyaya başarıyla geçişe uygun biçimde, Tanrı’nın buyruklarına, Şeriata göre düzenlemek ile öteki dünyaya, bu dünyayı yıkarak (şehadet yoluyla) geçmek arasındaki fark olarak çıkıyor.
Bu azımsanmaması gereken bir farktır. Ancak kendini bu dünyada misafir olarak değil de, bu dünyadaki yaşamı iyileştirmekle yükümlü bir ev sahibi olarak görenler, yaşamını buna uygun ilkelere göre düzenlemek isteyenler için ılımlı ile radikal arasındaki ayrım son tahlilde fazla bir anlam ifade etmiyor. Siyasallaşmış bir dinin pratiğinden, hiçbir biçiminden demokrasi ve özgürlük, hatta insan ve yaşam sevgisi çıkmıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları