Peki şimdi ne olacak?

07 Aralık 2017 Perşembe

Gittikçe artan istikrarsızlık unsurlarına bakarak Türkiye’nin iyi bir yere doğru gitmediğini söyleyebiliriz.

Kimi gariplikler
Enflasyon kasımda, 2003’ten bu yana en yüksek yıllık artışı sergiledi. Cumhurbaşkanı, “Bazı işadamları burada kazandığını yurtdışına kaçıracak diye duyuyorum, bunların hiçbirine çıkış için asla izin vermeyin” dedi. Türk Lirası dolar karşısında üç aydır izlediği gerileme eğilimini tersine çevirerek hızla değer kazandı.
Cumhurbaşkanı, bir “U” dönüşle, “Sermaye hareketlerinin sınırlandırılması talimatım yok” diyerek durumu düzeltmeye çalışıyor; Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisi olduğunu (ama sermaye hareketlerinin sınırlanmasının da bir talimatına bağlı olduğunu) söyleyerek ekliyor: “Yatırım için değil, ülkeye güvenmedikleri için gidenlere sitem ettim”. Türkiye’den Macaristan’a giden 16 kişilik halk oyunları ekibinden 11 dansçının iltica başvurusu da bu güven sorununun boyutlarını, “Soğuk Savaş” dönemini anımsatır bir gariplikle sergiliyor.
“Yetkililer”, serbest piyasa ekonomisi vurgusu yapmakta birbirleriyle yarışırlarken, Sarraf’ın Türkiye’deki mal varlığına, bu adam bu ülkede henüz yargılanıp ceza almış olmasa da el konuyor. Böylece ele güne karşı, ne kadar liberal olduğu vurgulanması gereken bir “serbest piyasa ekonomisinde”, mülkiyet hakkının yönetimin iki dudağı arasında olduğu bir kez daha kanıtlanmış oluyor. Sarraf’ın ifadelerinin yalan olduğunu ileri sürenlerin, Sarraf’ı devlet sırlarını açıklamakla suçlaması da ayrı bir gariplik.

Siyasette de öyle...
Sarraf davası Türkiye’yi yönetmekte olan Siyasal İslamın liderliğinin imajını, uluslararası alanda fiilen çamura batırmaya devam ediyor. İçerde, ana muhalefet partisi başkanının açıklamalarının iğnesi, AKP çevresinin arkasına saklanmaya çalıştıkları “milli mesele” balonunu söndürüyor.
AKP ve yandaş basın bir taraftan bu “belgeler sahte” söylemine sığınmaya çalışırken diğer taraftan, “Sarraf davası üzerinden servis edilen yeni ‘ekonomik darbe’ girişiminin içerideki savunucusu kim varsa hepsi dış müdahale aparatıdır. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden servis edilen yeni kampanya, bir darbe girişiminin parçasıdır” (abç) hezeyanlarıyla ana muhalefet partisinin liderini vatan haini, darbeci ilan etmeye çalışıyorlar. Aynı gün, ana muhalefet partisi lideri Cumhurbaşkanı’nı, “Senin hükümetin Rıza Sarraf’a çalıştı. Senin hükümetin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ihanet etti” sözleriyle suçlayarak çıtayı biraz daha yükseltiyor

Buradan nereye gidilir?
Siyasal İslamın yazarları “kıyamet savaşlarından” söz ederken Emniyet’te “devlet büyüklerine hakaret, Türk halkına ve dini değerlere hakaret suçlarını izlemek üzere yeni bir birimin açılması, AKP’de temsil edilen siyasal İslamın gitmek istediği yönü gösteriyor. Türkiye’de ilk kez bir müftünün Cumhurbaşkanı’nın ve Meclis başkanının şahitliğinde resmi nikâh kıyması da…
Bunlar, AKP’nin ekonomik siyasi istikrarsızlıklar daha derinleşmeden, bir erken seçime, OHAL, YSK, Emniyet’teki yeni izleme birimleri, hızlanan dinci düzenlemeler ortamında, gitmek isteyebileceğini düşündürüyor. Peki muhalefet, özellikle, laik-Cumhuriyetçi CHP ve sol (sosyalistler ve HDP) muhalefet ne istiyor?
Muhalefet, olası bir seçime, son referandum deneyimini unutarak OHAL, YSK, yeni izleme-denetleme organları ve derinleşen bir kutuplaşma ortamında gitmeyi kabul edecek mi? CHP, laik, Cumhuriyetçi yüzde 50’yi harekete geçirmek yerine, kutuplaşma ve kriz ortamlarında siyasal İslamın ılımlı kanadının radikalleri destekleme eğilimi sergilediğini gösteren deneylere rağmen, yine AKP tabanından mı “çalmaya” çalışacak?
Sol, siyasal İslamın baskılarına, kendi iktidarsızlıklarına “Yeter artık, hayır” diyebilecek mi? Sabırla, aynı safta olduklarını unutmadan, birbirini dinleyen, türlü işbirliği olasılıklarını değerlendiren yeni bir diyaloğu, direniş ortamını acilen inşa etmeye başlayacak mı? Yoksa yine, başını, dogmatizmin, grup çıkarlarının kumuna gömüp, siyasal İslam karşısında felç olup kalacak mı?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları