Türkiye’de siyaset

08 Ocak 2018 Pazartesi

Siyaset bir süredir türlü fantezilerle yürüyor. Bu fanteziler, muhalefetin, kendi iktidarsızlığının sıkıntılarına katlanmasını, bu arada rejimin de işini kolaylaştırıyor. “Seçimleri biz kazanacağız” iddiası bunlardan belki de en çarpıcı olanıdır. Sanırım üç örnek daha düşünülebilir.
1) Rusya, Çin (İpek Yolu) ilişkileri üzerinden tedavüle sokulan bir emperyalizm karşıtlığı: Bu akıl, emperyalizmi siyasi, askeri bir olguya indirgediği için, gerileyen bir emperyalist blokun etkisinden, yükselmekte olan güçlere yanaşarak kurtulabileceğini, böylece bağımsızlığını kazanabileceğini sanıyor. Halbuki modern emperyalizm, esas olarak ekonomik, finansal, teknolojik bağımlılık üzerinden ülkelerin egemenliklerini sınırlıyor, yönlendiriyor.
Karşımıza, oligopollerin tedarik zincirlerinin, finans-enerji ağlarının şekillendirdiği bir kapitalist dünya ekonomisi var. Yalnızca, birkaç örnek vereyim: Bazı önde gelen endüstri dallarında, sırasıyla, global dev şirket sayısı ve bunların piyasa payı (yüzde olarak): Büyük hacimli ticari uçak, 2 şirket / pazarın 100’ü; gazlı meşrubat, 2/70; gaz türbinin, 3/80; tarım makineleri, 3/70; cep telefonu, 3/60; likit kristal TV ekran, 3/50; otomotiv, 6/70; ilaç, 10/50; mikro çip, 4/90; cam şişe, 2/75, PC, 1/90; finansal enformasyon, 2/86; elektronik oyun, 2/77.
Bu dünya ekonomisi içinde, bağımsızlık konusunda samimiyseniz, küresel oligopol konumundaki şirketlerin, küresel tedarik zincirlerinin, finansal ağların, ekonomik politikalarınızı belirleme gücünü kırmaktan söz etmeniz, bu arada dünyada toplam servetin yüzde 80’inin, toplam hane halkının yaklaşık yüzde 8-9’unun elinde yoğunlaşmış olduğunu da aklınızda tutmanız gerekiyor. Yoksa, emperyalizmle mücadele iddiası, şoven milliyetçiliğin son sığınağı, yerel despotları desteklemenin bahanesi olmaktan öteye gidemiyor...
2) Siyasal İslamın iktidarını durduracak bir siyaset üretemeyen çaresizlik, son haftalarda Abdullah Gül’ün adını dolaşıma sokmuş görünüyor. Gül, CB iken, siyasal İslamın ilerleyişinin tüm adımlarını onaylamış, CB makamının (ve ülkesinin) onurunu, Suudi Kralı’nın otel odasına giderek (nedense aklıma Hariri geldi) ayaklar altına almış, iradesi zayıf bir siyasetçidir. Risk almaktan, en yakın “dava” arkadaşlarını bile acımasızca tasfiye etmekten, muhalefete karşı şiddet kullanmaktan hiç çekinmeyen kararlı bir siyasetçinin karşısında Gül’ü bir seçenek olarak düşünmek muhalefetin çaresizliğinin ifadesi bir fantezidir. Siyasal İslamın iktidarının toplumun en derin köşelerine, bireyin, kadınların, çocukların bedenlerine kadar sızmasını salt Erdoğan’ın iradesine indirgemek de...
3) Bir zamanlar, “yetmez ama evet” ile darbeye karşı “demokrasi cephesi” kuran tipler, tam da Gül’ün adının tedavüle girdiği şu günlerde, “en geniş demokrasi cephesi” çağrısı yapıyorlar. Dün, ılımlı İslam üzerinden demokratikleşme fantezisi gerçekleştiğinde, ortaya nasıl bir “canavar” çıktığını henüz unutmadık.
Gerçeğe dönersek, tarih, başarılı “cephelerin”, belli sınıflar arasında bir pratikte, eylemlerde ortaya çıkmaya başlayan bir yakınlaşmanın, bu sınıfların temsilcisi partilerin siyasi etkinliklerini bu yakınlaşma üzerinden koordine etmeye başlamasıyla gerçekleşebildiğini gösteriyor.
Bugün Türkiye’de, muhalefet kanadında, sınıfsal bağlamda tanımlanabilir bir temsil ilişkisine sahip partiler, gruplar yok. Bu koşulda kimi “ünlü” bireylerin (hele siyasi pratikleri çoktan iflas etmişse) yaptıkları cephe çağrıları muhalefeti güçlendirecek sonuçlar üretemez, üretememiştir de... Ancak, dinci-totaliter bir rejimin inşasının tamamlanmasına seyirci kalmak da bir seçenek değildir.
Tüm olumsuzluklara karşın, hiç olmazsa belli bir kitle tabanına, siyasi söylemlerinde asgari benzerliklere sahip olan siyasi yoğunlukların, siyasi pratikte yakınlaşması, tabanlarının ortak bir dili benimsemeye başlamasına bağlı olarak eylemlerinin ve giderek muhalefetin direnişinin koordine edilmesi, totaliter rejime direnebilecek bir hareketin yaratılabilmesi mümkün olabilir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları