Barış Doster

Salgın hastalık ve bilimin toplumcu işlevi

15 Nisan 2020 Çarşamba

Bilimin tanımını yaparken, ortaya çıkışını konuşurken; insanın doğayla mücadelesi, doğayı yenme, doğaya egemen olma arzusu da anlatılır. Koronavirüs salgınıyla birlikte yaşananlar; bilimin işlevi, amacı, toplumsal boyutu üzerinde, uzun uzadıya düşünülmesine de neden oldu. Bilim - teknoloji, bilim - sanayi ilişkisi; inceden inceye incelenmesi gereken bir konu olarak, bir kez daha öne çıktı. Üstelik sadece tıp, kimya, biyoloji gibi bilim dallarını konuşmuyoruz. Aynı zamanda öncelikle ve özellikle iktisadı, siyaseti, kamu yönetimini de konuşuyoruz. Hem de sınıfsal boyutunu daha çok öne alarak.   

Şunu hepimiz bir kez daha gördük. İnsanoğlu doğayla mücadele ederken, ona egemen olmaya çalışırken, doğayla uyumu gözetmiyor. Doğayla inatlaşıyor. Kavga ediyor. Doğayı yok ediyor. Doğaya karşı hırslı, hınçlı, hırçın davranıyor. Ormanları, hayvanları katlediyor. Havayı, suyu kirletiyor. Tüm bu olumsuzluklarda kapitalizmin vebali büyük. Çünkü sınırsız tüketimi özendiriyor. İktisat; maalesef, insanlığa hizmet eden bir bilim dalı olmaktan yıllar önce çıktığından; insanlık da kapitalizmin, piyasanın hizmetine girdiğinden, sonuçlar dünya için çok ağır oluyor. 

Türkiye’nin yanlış ekonomik tercihi  

Evrensel ölçekteki bu acı gerçeklere ilaveten bir de Türkiye’nin yanlış ekonomik tercihlerinden kaynaklanan sorunlarla boğuşuyoruz. Karma ekonomiden, ithal ikameci politikalardan, Cumhuriyetin kamucu, toplumcu tercihlerinden vazgeçmenin, neo-liberal politikalara teslim olmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Tarımda da sanayide de dışa bağımlıyız. Katma değeri yüksek, ileri teknoloji içeren ürünlerde bağımlılık çok daha yüksek. Birbiriyle uyumlu ve devlet politikası olarak benimsenmiş bir eğitim, bilim, teknoloji, sanayi stratejimiz yok. Olmadığından bürokrasi, akademi, endüstri, ArGe kurumları, özel sektör arasında uyum da yok. Kamunun planlaması ve yönlendirmesi olmayınca, uyum da olmuyor.  

Ekonomi; sadece sayılara, istatistiklere indirgeniyor. Ekonomi denince akla rant, repo, faiz, borsa ve döviz geliyor. Üretim, ihracat, istihdam, sanayileşme, vergi adaleti, sürdürülebilir kalkınma, refahın tabana yayılması, adil bölüşüm, dışsallık konuşulmuyor. Büyüme rakamları öne çıkıyor ama bütüncül kalkınmadan söz açılmıyor. Devletin yasa koymakla ve denetlemekle yetinmeyip, girişimci olması, müdahaleci olması gerektiği üzerinde durulmuyor. Bütüncül ve nitelikli bir kalkınma stratejisinin, planlamayla ilişkisi, bilim ve teknolojiyle işbirliği, öncelikleri, sanayileşme hedefleri, doğayla ve çevreyle gözettiği uyum öne çıkmıyor.

Çözüm şu: Kayıt dışı ekonominin çok yüksek olduğu, kayıt dışı istihdamın ürkütücü boyutlara ulaştığı ülkemizde, istihdamın yükünü küçük orta boy işletmelerin (KOBİ), vergi yükünü ise emeğiyle geçinenlerin sırtladığını unutmamalı. Bir an önce bütüncül ve sürdürülebilir bir kalkınma stratejisi benimsemeli. İşe pilot sektörler ve pilot bölgeleri saptamakla başlamalı. Enerji politikasını da buna göre yeniden yapılandırmalı.  

Bunları yaparken de, Cumhuriyetin planlama geleneğinden, Devlet Planlama Teşkilatı’ndan (DPT) yetişen kadroların birikim ve deneyiminden yararlanmalı. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları