Adnan Binyazar

Bir anı...

21 Eylül 2018 Cuma

Cumhuriyet’te yeniden görev üstlenme onuruna erdiğim bu başlangıç yazıma gençlik yıllarımın bir anısıyla başlıyorum.
Bir gün ayna elimden yere düştü, her parçası bir yana dağıldı. Evde ayak işlerine bakan okumasız yazmasız Abdullah, tek gözünü koltuğun altında dolaştırarak bulduğu küçük bir parçayı cebine yerleştirdi. “Ne yapacaksın onu” diye sormuştum. Sesini yükselterek, “Ne yapacağım, elbet sufatıma (yüzüme) bakacağım” demişti.
İçimden, “Nice olaylar yaşamış yorgun yüzünde ölüm kuyusu gibi derinleşen kör gözünden, kız kaçırdığı gecede şimşek çakmışçasına parlayan bıçağın yanağında açtığı yaradan başka ne görecek” diye geçirdiğimi sezmiş olmalıydı ki, konuşmamış, ağzında sözcükler mırıldanmıştı.
Gençlik, yanılgılar tuzağıdır; aynaya bakıp yaralı yüzünde güzellik aramayı Abdullah’a çok görmüştüm. Onun, az sonra bir köşeye çekilip, cebinden çıkardığı el kadar cam parçasında tek gözlü yüzünde bir şeyler aradığını görünce yüreğimi acılar sarmış, içimin aynaları parçalanmıştı.

Görüntü bilinci
Aynaya bakarken, o kırık cam parçasında kendini görüp yıkıntıya uğramış yüzündeki cılk yaranın büzülüp kapanmışlığının mutluluğunu mu duyuyordu Abdullah? Ya da onu görmüyor da, dünyayı aydınlık eyleyen sağlam gözünü ona armağan eden yazgıya dualar mı yağdırıyordu?
Yüzünde mutluluk izi ararken, onun, iç evrenine dalıp gittiğini düşündüm. Kendi dışında kim, yüzünün engebelerini, kıvrımlarını, çalkantılarını onun gözüyle algılayabilirdi? Kişi aynada gördüğünün sultanıdır; Abdullah aynaya bakarken içinde böyle bir sultanlığı yaşıyor olamaz mıydı?
Bir, kristal aynaların önüne geçip, ‘Ayna! Ayna! Benden güzel, benden büyük biri var mı’ diyen süs soytarılarını getirin gözünüzün önüne, bir de yüzüne tuttuğu aynada kendi yansısını görüp, o süslü kişilerin boş dünyasını altüst eden Abdullah’ları...

Aynanın bulunuşu
İlk ayna gölgedir. İnsan, önünden, arkasından, nereye dönse yanı başından ayrılmayan gölgesinin ilk ayrımına vardığında herhalde çocuklar gibi şaşırmıştır! Hayvanlara, ağaçlara, çalıya çırpıya, bir yere çaktığı kazıklara bakıp onların da gölgesi olduğunu görünce de sanırım derin düşüncelere dalmıştır. Mutluluğu da belki yüce dağların gölgesinde serinlerken tatmıştır...
Bedeni gibi beyni de devingen olan insan, doğayı göründüğü gibi bırakmamış, gereksinim duyduğu her an, ortamı rahat ettirici bir biçime sokmaya çalışmıştır. Uygarlık gelişiminin bir evresinde durgun sular, rüzgâr sürtünmesine uğrayıp saydamlaşan kayalar, parlak metaller ayna olmuştur ona. Ama o yetmemiş, görüntüden görüntü yaratan içbükey, dışbükey, dört köşe, oval, büyüteçli aynalar da yapmıştır.
Tarihsel bağlamda aynanın gelişimi rastlantıya dayanıyor. Dört bin yıl önce, İtalya’nın kuzey kesimlerinde, yanardağ lavlarının parlak artıklarının cilalanmasıyla, görüntüyü aksettiren ilk aynalar yapıldı. Gümüşleme yöntemiyle ayna elde etme tekniği ise, 14. yüzyılda Venedik’te geliştirildi. Bir cam tabakanın arka yüzeyine cıva sürerek ayna yapmayı da Venediklilerin başardığı söyleniyor.
İnsan, ancak dünyayı değiştirip yeni bir biçime sokmakta düşünenlerin büyük emeğini kutsadığında kavrayacaktır çağdaşlığın anlamını.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Anılar yumağı 6 Aralık 2024
Fotoğrafı buzlamak 29 Kasım 2024
Cinci hocalar 22 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları