Ayşegül Yüksel

Melih Cevdet Anday bizimle...

28 Kasım 2017 Salı

Melih Cevdet Anday’ı 15 yıl önce 28 Kasım’da yitirmiştik. Ozan, roman-tiyatro-deneme yazarı Anday, Cumhuriyet döneminin önde giden ‘aydın’ kişilerindendir. 87 yıl süren yaşamı boyunca yazın seminerlerine, kültür-sanat şenliklerine konu olmuş, sanatı üstüne yazılanlar kitaplaşmış ya da dergi özel sayılarında toplanmış, yapıtları yabancı dillere çevrilmiş, oyunları sahnelenmiş, ödül üstüne ödül almış, tiyatro sahnelerine adı verilmiş, yontusu dikilmiş bir düşün ve sanat insanı, bir Türkçe ustası olarak kültür sanat dünyamızın vazgeçilmezleri arasındadır. Bizim dilimizde yazdığı için bizi şanslı kılmıştır.

M.C. Anday’ın nasıl aydınlandığını ve çevresini nasıl aydınlattığını görmek için, 1982- 85 yılları arasında yazılmış denemelerini topladığı ‘Yiten Söz’ başlıklı kitabına bakalım. Bu yapıtta onun 70 yaşa merdiven dayadığı bir aşamada, kültür sanat etkinlikleri karşısındaki keskin duyarlığı yansımaktadır. Anday, geleneksel Türk erkeğinin emekli olduktan sonra yaşadığı ‘tembellik’ çağında, yalnız okumayı ve yazmayı sürdürmekle kalmıyor, tiyatro, konser, sinema, kitap fuarı gibi, hem fiziksel hem de düşünsel enerjinin harcanmasını gerektiren etkinliklere katılıyor. Sözü kendisine bırakalım.

‘...“Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi” bugünlerde satışa çıktı.(...) Memet Fuat, kitabının sınırlarını çizerken ve şiirleri seçerken uyguladığı ölçüde tutarlı bir yönteme uymuş. Çağdaş şiirimizin 1929’da “835 Satır” ile başladığını ve “Garip” ile yenilenip yaygınlık kazandığını söyledikten sonra (...) daha gerilerden alarak, temelde Nedim – Yahya Kemal – Nâzım Hikmet çizgisi ile Şeyh Galip – Ahmet Haşim – Necip Fazıl çizgisi gibi iki karşıt şiir yaklaşımının bulunduğu görüşünü ileri sürmeyi gerekli sayıyor...’

‘...(AKM’deki) konserin programı üç Mozart konçertosundan oluşuyordu. Suna Kan (...) iki konçertodan sonra (,..) La majörü de notasız olarak büyük bir ustalık ve duyarlıkla çaldı... Alkışların sonu gelmiyordu. (...)... rahatsız olmuştum. Sanatçımızın bir an önce dinlenmeye geçmesini istiyordu gönlüm (...) Daha ne istiyorduk Suna’dan?’

‘Brecht’in oyununda Genco Erkal’ın Galileo Galilei’yi yaratma yöntemlerinden biri beni hayran bıraktı. Özellikle yenik düştüğü dönemde Galileo’nun jest’i, söz’den öne almasını söylemek istiyorum. Bilinen ve alışılan ise jest ile söz’ün eşzamanlılığıdır. Ama söz’ün duyulmaz, anlaşılmaz, işlemez olduğu yerde bu eşzamanlılık yiter, jest tek başına kalır ve söz, değerden düşmüş olan söz, onun arkası sıra çırpınır durur. İşte bu çırpınışı, jest ile söz’ü ayırma gibi olağanüstü bir yöntemle belirten Genco Erkal dehasını tanıtladı. Çaresizliğin getirdiği bunalma bunca güzel anlatılabilirdi.’

‘Sinema Günleri içinde gösterilen, Polonyalı yönetmen Andre Wajda’nın üç filmi beni büyüledi. Wilko’lu Kızlar’da konuyu sanki oynayış yaratıyor ve oynayıştaki doğallık insanı şaşırtıyordu. Çehov’un piyeslerindeki gibi, burada da büyüklük “hiç”ten çıkıyor gibiydi, konu o kadar kendini silmişti.’

Son bir örnekle koyalım noktayı:

“Komedya” için ‘güldürü’ karşılığını ortaya atanlar, “tragedya”yı da (...) ‘ağlatı’ yapıp çıktılar. (...) Hiç gördünüz mü (...) “Kral Oidipus”u seyrederken ağlayanı? (...) Tragedya bir yücelik yaratır içimizde, bu da sessizlik ve ağırbaşlılık içinde doğar, derin düşünmenin yüze vurmasıdır sanki. Ağlatan oyunlar ise melodramlardır, bundan ötürü değersiz sayılırlar. Tragedyada, başına gelen korkunç olaya kahramanın nasıl vakarla dayandığını görür, bunu aklımla değerlendiririm, ama ağlamam...’

Anday’dan bu yazıya akan tümceler, bilgelikle gelen, ‘söyleyişte yalınlık’ hünerini de gözler önüne sermiyor mu?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Özdemir Nutku anlatıyor 3 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları