Zindanlardan doğan nefret

22 Kasım 2015 Pazar

Fransa, neşeli görünmeye çalışan bir taziye evi gibi...
Vahşete boyun eğmiş hissi yaratmamak için sosyal hayatı sürdürmeye çalışıyorlar.
Ama ne mümkün...
Rüzgâr bir sandalyeyi yere düşürdü mü, müşteriler korkuyla zıplayıp siper alıveriyor.
Özel timlerin cirit attığı ıssız sokaklarda korku kol geziyor.
Batı dünyası, cennet vaadiyle cinnete giden canileri anlamakta zorlanıyor. New York Times’ın başyazısı, katliama “hedonist” bir teşhis koyuyor:
“Fransa’ya saldırdılar, çünkü Fransa radikal dindarların nefret ettiği her şeyi temsil ediyor: Bu dünyada hayatın tadını çıkarmak, sokaklarda mini etekli güzel kadınlar, arkadaşlarla paylaşılan bir şişe şarap, parfüm, ölümden sonrasına kafayı takma işini ölülere bırakmak...”

***

Kulağa hoş geliyor.
Ama bir de madalyonun öbür yüzü var:
Bataclan konser salonunda kurşunlanıp üst üste yığılmış Fransızlara dair tanıklıklar, bana Ebu Garip Cezaevi’nde çırılçıplak üst üste yığılan Iraklı esirlerin görüntülerini hatırlatıyor.
Irak’ta başlarında çuvallarla anadan üryan soyunup çocuklarının yanında tecavüze uğrayan esirler, Batı’nın başka bir yüzüyle tanışmıştı.
Şarap, parfüm, mini etekten ziyade, dayak, işkence ve tecavüzdü onlara düşen...
IŞİD lideri Bağdadi’nin ilk ses getiren eyleminin, yüzlerce militanla Ebu Garip’i basıp 500 El Kaide militanını serbest bırakmak olduğunu hatırlatmak gerek...
Bir yalan üzerine kurulan emperyalist işgal, önce Irak’ta, sonra Suriye’de fanatizmi ateşledi ve bugüne gelindi.

***

Nefret, öfkenin çocuğudur; huzur, adaletin...
1980’lerdeki Diyarbakır Cezaevi’nin vahşetini bilmeden 2000’lerin PKK’sini anlamak zor...
Şatilla’yı gezmeden, Tel Aviv’de otobüse ateş açan Filistinliye akıl erdirmek imkânsız.
Kuzey İrlanda’dan Güney Afrika’ya kadar dünyanın pek çok köşesinde radikalizm, rejimin veya emperyalizmin zindanlarında doğdu.
Ve dayakla büyütülmüş çocukların hiddet yüklü yetişkinler olması gibi, büyüdükçe acısını çıkardılar, kendilerine yaşatılan zulmün...

***

Bunlar, Paris’in göbeğinde masum sivillerin katledilmesini mazur göstermez elbet; onu lanetlememizi engellemez; lakin vahşetin ardındaki gerçeği anlamamızı ve bundan sonraki gidişatı önlememizi sağlayabilir.
“Ölümden sonraya kafayı takma”yı bu dünyada iş edinmiş “yaşayan ölülerin” coğrafyası Ortadoğu...
Fransızların yaşadığı hayat, bu topraklarda ancak ölümden sonrasına dair bir vaat...
Canlı bombalara, bu dünyada insanca bir yaşam armağan etmeden, öbür dünyada saadet umuduyla pimi çekmelerini engellemek zor olacak.
Paris’in gözalıcı şatafatı, Irak’ta bir yalanla işgal edilen toprakları, petrol uğruna dökülen kanı, evinden, canından edilen milyonları görmemizi engellememeli...
Liberté, egalité, fraternité (Özgürlük, eşitlik, kardeşlik)...
Fransa’yı var eden sloganlar, dünyaya adilane yayılmadıkça Batı’nın da eskisi kadar huzurlu olamayacağı anlaşılıyor.
Rüzgârın uçurduğu her sandalye, bugüne dek ona rahat oturanları tedirgin edecek.
Suriye, artık televizyonda uzak bir ülke değil, Paris’te bir semt gibi çünkü...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları