Deniz Yıldırım

Hangi Şili’deyiz?

26 Mayıs 2021 Çarşamba

Devrimci Cumhuriyetin 1920’lerin sonunda Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde adını taşıyan kitabında bulduğu ütopik esin, olumlu modelleri aydınlar arasında özendirmeyi hedefliyordu. Sonra olumlu içerikler korkularla yer değiştirdi. Korku varsa korkutma vardır. Korkutma, “olsun”un yerine “olmasın”ı koyar. Değişimciliği bitirir, statükoyu korumayı merkeze yerleştirir. Soğuk Savaş boyunca “Türkiye Rusya olmasın” korkutması böyle öne çıkarıldı. 90’larda, Sovyet tehdidi tezi tükenince, yerini “Türkiye İran olmasın” aldı. 2000’lerde AKP geldi. Başta kendisini bir model olarak sundu. Sonra devreye “Malezya Modeli” girdi. “Türkiye Malezya olmasın” ya da “olsun” tartışmasıyla oyalandık bir süre.

Şimdi 2020’lerin gündemine bakınca, sonunda bir de Latin Amerika benzetmemizin olması şaşırtıcı değil. Bir yanda çeteler, mafya, kirli ilişkiler, uyuşturucu ticareti gibi iddialar üzerinden geniş bir alana yayılma potansiyeli taşıyan videolu ifşaatlar, yargı ve Meclis denetiminde ele alınmamış savlar ve yanıtlar var. İnsanın haliyle “Türkiye Kolombiya olmasın” diyesi geliyor. Diğer yandaysa muhalefet güçlerinin merkezci/helalleşmeci programı da 80’lerin sonu, 90’ların başında Şili’de baskı rejiminden demokrasiye geçiş için bir araya gelen Concertacion’u, Demokrasi İçin Partiler Koalisyonu’nun tutumunu andırıyor. Bu nedenle yeni yarılmamız 80’li, 90’lı yıllar Kolombiyası ile Şilisi arasında gibi görünüyor. 

80’lerin sonunda Şili’de, merkez sağ ve sol partiler arasında demokrasiye geçiş süreci için oluşturulan partiler ittifakı, iktidarın el değiştirme süreci açısından başarılı olsa da Pinochet döneminden kalma sorunlarla, kurumlarla, kadrolarla ve her şeyden önce ekonomik programla doğrudan yüzleşmedi, hatta birçok açıdan uyumcu, içermeci bir çizgi izlemeyi seçti. Buna restorasyon, Gramsci’nin yaklaşımıyla da “pasif devrim” diyebiliriz. Bu uyumculuk, derinlerdeki çürümeyi her katmandan silecek köklülükte bir siyasal, ekonomik programa yanaşmayan merkezcilik, sonunda Şili’yi ülkenin en zengin isimlerinden birisi olan Pinera’ya teslim etti. Bugün Şili’yi, son bir yılda epey güç yitirse de Pinera yönetiyor. Yani uyumculuk, köklü sorunların çözülememesi durumunda, karşı çıkılanlara yakın kesimleri büyüterek getirme riski de taşıyor.

Demek ki ağları her yere yayılan çürümeye ve baskıcılığa karşı merkezci/uyumcu geçiş programlarında sorun var. Peker’in iddialarını giderek çeşitlendirmesiyle ve bunların kamuoyunda yayılma hızının artmasıyla birlikte, kirlenmenin, çürümenin, adına her ne derseniz deyin, çok daha derin ilişkilere, yapılara sirayet ettiği algısı toplum nezdinde belirginleşiyor. Videolar bir yandan iktidar bloku içindeki katmanları, koalisyonları ve çatlakları derinlerden yüzeye taşırken; diğer yandan da buna karşı muhalefet partilerinin önerdiği “ılımlı merkezci” tutumun da değişim için yeterli olmayacağını, daha dönüştürücü bir programla hareket edilmesi gerektiğini ortaya seriyor.

90’LAR VE MERKEZ SAĞ

Kaldı ki “merkez siyaset” vurgulu bir program etrafında hareket etmeye çalışan muhalefet partileri ittifakı, yaşadığımız birçok sorunda 90’ların merkez siyasetlerinin stratejik hatalarının ya da tutumlarının payının olduğunu da görmek zorunda. Bugün videolarda anılan isimlerin neredeyse tamamının 90’larda DYP döneminde sahip oldukları ayrıcalıklı kuvvet unutuluyor mu? Bir başka örnek vereyim. Nuray Mert, Merkez Sağın Kısa Tarihi adlı kitabında, dönemin ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın 1991’deki stratejisini aktarmış, şöyle demiş Yılmaz: “Milliyetçilikle liberalliğin denetiminde olmayan bir muhafazakârlığın Türkiye şartlarında tutuculuğa, gericiliğe gitme tehlikesi vardır.”

Yani bu ideolojiler siyasal dinciliği dizginlemeye yarayacaktı ama sonuç tam tersi oldu. Merkez, sağıyla soluyla çöktü. 2002’de bu boşlukta iktidara gelen AKP önce liberalizmle, sonra milliyetçilikle harcı karılan ittifaklar yapıp rejimini inşa etti. Merkezci programlar, hatalarıyla, siyaset okumalarıyla, ekonomik modelleriyle ya da yanlarında büyüttükleri unsurlarla bugünün inşasında pay sahibi. Bugünden kurtuluş için “merkez”i vurgulamak yerine, demokratik ve halkçı bir siyaset ekseninde, gayri memnun kitleler içinde büyümek, çeteleri/mafyayı/yoksulluğu yeşerten iklimi bitirecek programı da muhalif tüm siyasal, sosyal aktörlerin ortaklaşma zemini, inşa gündemi haline getirmek gerekiyor. Bu, biz yurttaşların da görevi.

Şili geçen günlerde kurucu meclis seçimlerini yaptı ve halk, dikta anayasasından kurtulmak için gerçek değişimi arzulayanlara çoğunluk verdi. Baskı rejimi aşaması, Concertacion-uyumcu siyaset aşaması, demokratik yolla kurucu meclis seçen halkçı inşa aşaması. Hangi Şili’deyiz?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları