Bizi öldüren caniler

06 Mayıs 2023 Cumartesi

Rıfat Ilgaz, “Aydın mısın?” şiirinde, “Kaldır başını kan uykulardan/ Böyle yürek böyle atardamar/ Atmaz olsun/ Ses ol ışık ol yumruk ol/ Karayeller başına indirmeden çatını/ Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm/ Alıp götürmeden büyük denizlere/ Çabuk ol” diyor, tatlı su aydınlarına sesleniyordu. Onlar hem çok hem de her köşebaşındaydılar. İktidar ilişkilerinde mahirdiler. Bu nedenle de banknotlar ceplerinden taşıyordu. Oysa ülkenin gerçek aydınları cezaevlerinde can çekişiyor, tehditlerden gözünü açamıyor, hatta öldürülüyordu. Ama o yıllarda Oktay Akbal abimizin deyişiyle henüz ekmekler bile bozulmamış, okumuş yazmışlara dayak atma modası başlamamıştı. Şarkı söyleyenler öldürülmüyor, öldürülen kadınlar sayacı işlemiyordu.

*

Dün bir sokak röportajı sırasında, yetişkin bir kadın, “Bir 25 sene öncesini hatırlamazsınız siz. Benim eşim devlet hastanesinde çalışırken, sigortada ben çocuğumu gösteriyordum. Birimiz bir kuyrukta birimiz diğer kuyrukta. Doktor beni azarladı, ‘Hadi yürü git fakültede uğraş’ dedi. Böyle bir muamele görüyorduk. Şu an biz doktor dövüyoruz. Şu an doktorları beğenmiyoruz doktor dövüyoruz. O rahatlıktayız. Daha bunun ötesi mötesi yok” dedi. Bu sözleri söylediği sıralarda ülkemizin sayılı doktorlarından kalp ve damar cerrahı Prof. Dr. Murat Biçer, hasta yakınlarının saldırısına uğradı. Prof. Dr. Biçer, 2020 yılında gerçekleştirdiği aort damarı ameliyatıyla dünya tıp literatürüne girmişti. Biçer, ağır yaralandı.

*

Üç gün önce ise İstanbul’un göbeğinde bir sokak müzisyeni Cihan Aymaz istenilen şarkıyı çalmadı diye öldürüldü. Daha önce de Ankara’da bir barda üç bürokrat tarafından müzisyen Onur Şener öldürülmüştü. Başka insanların hayatlarına, tercihlerine, mesleklerini icra etme biçimlerine, varoluşlarına zerrece saygı duymayan ve bu alan ihlalini de ellerine geçirdikleri güç ölçüsünde gövde gösterisine dönüştürenleri izliyoruz. Ve onların vahşice cinayet öykülerini.

*

Dün, Aydın’ın Nazilli ilçesinde, evinde komşuları tarafından darbedilmiş olarak bulunan Adanur Arslan kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Böylece gazetelerin üçüncü sayfasında yer alabilecek bir habere daha kavuştuk. Sonuçta bir kadın daha erkek şiddeti nedeniyle öldürüldü.

*

Bütün bu sığlığın arkasında münferit suçlar yok. Tam tersine liyakatsizlik, her yere sızmış çetecilik ve çürüme var. Kendinde her şeyi yapma hakkı görenlerin korkunçluğunu cezasızlıkla yaşıyoruz. Çünkü sokakta şayet iktidara yaslanırsa yaptığı her şeyin üstünün örtülebileceğine, hukuku delik deşik edebileceğine inanan bir yapı oluştu.

*

Çünkü sistem dünyanın hemen her yerinde alçaklığı alkışlıyor. Önüne engel koyanı cezalandırmak istiyor. Çok çalanı ödüllendiriyor, az çalanı linç ediyor. Büyük yalanlarına inanmamızı bekliyor, bilimsel gerçekleri elinin tersiyle itiyor. Açken bile aslında karnının doyduğunu söylüyor, zenginlik değerini evindeki on beşinci el beyaz eşyayla ölçmeye çalışıyor. Tamtakır buzdolabı bir işe yaramıyor, mağarada yaşamadığının kanıtı oluyor yalnızca. Uygarlığı sosyal medya kullanımından ibaret sanmanı istiyor. İnsanları sevmeni istiyor ama işine gelmediği yerde onu çiğ çiğ yemeni öneriyor. Elindekine tamah etmeni fısıldıyor, buna karşılık birilerinin sıradan hayatını gösteriş saymanı ayıplıyor. Özgürlük sözcüğünü yalnızca ticaret özgürlüğüyle bağdaştırıyor. Parayı en kutsal değer haline dönüştürüyor, bunu söylediğin anda cezaevini gösteriyor. Galeano’dan ödünç alarak söylersem; “Sanatı yalnızca üç harfe indirmeyi tasarlıyor: Sulusepken aşk. İtiraz edeni boğmaktan beter ediyor. Her şeye ‘Evet’ diyeni yüceltiyor, ‘Hayır’ diyeni lanetliyor.” Kitlesel yayınları sadece imaj görüntüleriyle oluşturuyor, başkaca görüntülere tahammül edemiyor. Demokrasiyi yalnızca kendi yönetimindeki açık artırmadan ibaret sayıyor. İnsan haklarını ihaleye yetki verdiği orana endeksliyor.

*

Oysa eğitimi talan edilmiş bizim gibi toplumlarda insan hakları toplumsal ve psikolojik boyutları ile “yetişkinlerin eğitimi” yönüyle de ele alınmaya muhtaç bir konu. Toplumda güvenlik önlemlerinin hukuku etkili kılmak için geliştirilmesi ve bu yönde toplumda bir inanç oluşturulması önem taşımakta. “Herkes için insan hakları” eğitiminin yaygınlaştırılması artık şart. Ancak şunu unutmamak gerekir, insan hakları konusunda ortak bir dil ve kültürün oluşturulması, evrensellik penceresinden bakmakla mümkün olabilir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları