Hipokrat’ın Romanı

09 Temmuz 2022 Cumartesi

Suat Çağlayan’ın yeni yayımlanan kitabı “Hipokrat’ın Romanı”, on altı yaşındaki genç Hipokrat’a annesinin ölüm döşeğinde verdiği öğütle başlar. Hekim - Tanrı Asklepiades soyundan gelen Hipokrat, bir süre sonra, insanın yaşadığı doğal çevredeki olumsuzlukların insanlar üzerinde oluşturduğu etkilerin mantıksal açıklamalarını bulmaya çalışır. Hasta olanları sınıflarına göre ayırmadan yaşam yolculuğunu sürdürmek için diretir. Hekimlik hizmetini para kazanma sanatına çevirmenin yanlışlığını öğrenir. Çaresiz ve parasız hastalara yardım eli uzatır. Hekimlik kültürünü incelemek için dümenini Sakkara, Heliopolis ve İskenderiye’deki doktorluk okullarına kırar. Yaşamının son döneminde ise “Hipokrat Yemini”ni hazırlar. Arkasında çok sevdiği iki kadının ölümünü bırakarak hayat yolculuğunun son durağına adımını atar. 

*

Romanın yazıldığı dönemde, bundan tam üç bin yıl önce bu topraklarda temel görevi insanı yaşatmak olan sağlıkçılara hürmet edilmekteydi. Hekimler, üç kuruşa, açlığa mahkûm edilmiyor, dövülmüyor, hedef gösterilmiyor, hatta öldürülmüyordu. Yurtdışında çalışmaya mahkûm edilmiyordu. Belki de bu nedenle Suat Çağlayan, aynı zamanda bir hekim olarak yazdıklarıyla çığlık attı bizlere. Yaşadığımız cehalet ikliminde yeniden hekimliğin kutsal yanını kalemiyle hatırlatmak istedi. 

*   

Gerçekten de hekimlik insan sıcaklığıyla bütünleşirse değer kazanır. Hastanelerin soğuk, mavi, kirli odalarını içten bir gülümseme tozpembeye çevirebilir. Samimi bir bakış, dokunuş, ağızdan dökülen yumuşacık sözcükler hastanın duyduğu kaygıyı dindirir; bedendeki acıyı, sancıyı dindirdiği gibi. Hekimlik yalnızca vücudu bilme, tartma, aksaklıkları görme, teşhis koyma, tedavi etme birikimi değil, aynı zamanda çok karmaşık olarak nitelendirebileceğimiz insanı anlama sanatıdır da... Öte yandan “insan”ı yaşatmak için verilen büyük uğraşı, zaman zaman o büyük çabayı düşününce en “devrimci” meslek olduğu söylenebilir. Bu deneyimi bir de kendi düşünsel dünyasıyla katmerliyorsa, aklını anlamayla ve öğrenmeyle donatıyorsa bir hekim uğraşının doruk noktasındadır. 

*

Çocukluğunda ağır hastalık geçirmesine rağmen, yeniden ayağa kalkmış bir dostumun, doktoru Orhan Asena’yı anlatışını hiç unutamam. Böylece Orhan Asena zihnimde yalnızca büyük bir oyun yazarı olarak değil aynı zamanda hekimliğini şefkatle birleştirmiş bir usta olarak çıkar karşıma. 

*

Ceyhun Atuf Kansu’nun şiire yeni sarıldığı dönemlerde, tayin olduğu Turhal’da adı solcu – doktora çıkmıştı. O günleri Kansu’nun yakın dostu Talip Apaydın şöyle anlatıyordu: “1948’de mektuplaşmaya başlamıştık Ceyhun’la... Bana yazdığı bir mektupta yirmi sekiz çocuğun kızamıktan öldüğünü, doktor bulunamadığını yana yakıla anlatmıştı. Sonra ünlü ‘Kızamık Ağıdı’ şiirini yazdı.” Gerçekten de “Kızamık Ağıdı”nda; “habersiz hepsi kızamıktan ve ölümden / kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz / ve, düşmüş bir gül oluyorlar birden / bebekler ölüyor, ölümden habersiz” dizelerini yazarken artık acı çekmenin ülkenin aydınlarının yazgısı olduğunun ayrımındaydı. Bu yola girmişti bir kere... Dönüş yoktu! Çünkü yüreği insanı yalnızca yaşatmakta değil, insanın daha iyi koşullarda yaşamasını sağlamakta atmaktaydı. Ölümün, acının, hüznün, savaşın olduğu yerde değil; barışın, ekmeğin, şarkının olduğu yerde... Bu nedenle Kansu da Hipokrat’ın bir kardeşi olarak çağımızda ilkel dünyaya şiiriyle başkaldırdı. 

Bir zamanlar yalnızca sistem sorunu üzerine kafa yoruyorduk. Kara düzenin insanları cahil bırakmasının bir sonucu olarak bağnaz insan/ yaratıklar sardı etrafımızı. “İnsanı yaşatalım...” diyoruz.  Her türlü bilimin getirisine karşı çıkarak ağızlarındaki salyaları köpürterek hedef gösteriyorlar. “Herkes için daha iyi yaşama koşulları...” diyoruz. “İşinize bakın!” diyorlar. Yetmiyor, “Görevini adamakıllı yapmadın!” deyip öldürüyorlar. Üç gün önce Konya’da öldürülen Dr. Ekrem Karakaya’nın yası hâlâ sürüyor. Shakespeare’nin o büyük eseri Macbeth bizim için gerçek olmuş: “Ahmakların dışında kimsenin yüzü gülmüyor. Mutsuz halkımız. Şiddetli acı herkesin ortak hissi olmuş artık. Yazık! Zavallı ülke.”  

*

Ne olursa olsun, işkencenin, faşizmin, dinsel, etnik ve cinsel ayrımcılığının suç olduğunun, kadın erkek eşitliğinin, doğanın öneminin öğretildiği bir eğitim sistemi kurmak zorundayız. Bunlar siyasi tercih değil. Gerçekten değil. İnsani zorunluluk! İşte o zaman Hipokrat’ın evlatları kitaplarda kalmayacak! Ve gereken saygıyı görecek.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları