Örgütlü kötülük... Yalnız kalmış iyilik...

08 Ekim 2022 Cumartesi

Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” romanında, Dimitri babasını öldürdüğü suçlamasıyla yargılanır. Saatlerce süren sorgunun ardından yorgun düşer ve bir sıranın üzerinde uyuyakalır. Uyandığında birinin başının altına yastık koyduğunu fark eder. Şaşkın ve ağlamaklıdır... “Kim bu iyi insan?” diye minnet duygusuyla seslenir. Muhakkak hayatımızın en zor anında başımızın altına bir yastık koyanımız olmuştur. Bazen iyilik sorgulamanın biricik adımına dönüşür.

*

İyilik düşüncesi kimi zaman toplumsal yapıyla çelişebilir. Nitekim Sartre da “Varoluşçuluk” kitabında, çok özel bir hikâye anlatır: İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’yı kurtarmak için İngiltere’de Fransızlar tarafından bir cephe oluşturulmuştur. Bir Fransız genci Sartre’a gelip bu cepheye katılmak için İngiltere’ye geçmek istediğini ancak yaşlı ve hasta annesini yalnız bırakamadığını söyler. Ayrıca, eğer İngiltere’ye geçmezse bir gün vatan haini ilan edileceğinden endişe duymaktadır. Diğer taraftan annesini bırakıp cepheye katılmak üzere İngiltere’ye geçerse bu sefer de komşuları tarafından kötü ve hain evlat muamelesi göreceğinden emindir. Bu durumda delikanlı kendi seçimini kendi yapmak zorundadır. Tercihi onun sonraki hayatını da belirleyecektir. Bu hikâyede mutlak iyiliğin ne olduğu sorusu anlam kazanır. Mutlak iyilik bazen “biricik” olmayabilir. 

*

Örgütlü kötülük her zaman yanı başımızdadır. Styron’un romanından uyarlanan “Sophie’nin Seçimi”nde, (ki sonradan sinemaya uyarlanmış ve kült bir film olmuştur.) Sophie, İkinci Dünya Savaşı sırasında, iki evladı arasında seçim yapmaya zorlanmış bir kadındır. Daha sonraki hayatında bu ruhsal travmayı en acıtıcı biçimde yaşar. Sadece kendisi değil hayatta kalan oğlu da kurbandır. Örgütlü kötülük sadece can almaz, insanları yaşayan ölüye de maharetlice dönüştürebilir. 

*

Kötülüğün en temel göstergelerinden biri de şiddettir, kuşkusuz... Ne acı ki şiddet haberlerinden başımızı kaldıramıyoruz. Kaç gündür, hiç tanımadığım bir insanın öldürülüşüne kahroluyorum. Aklım almıyor. İstediği şarkıyı çalmadı diye bir müzisyeni vahşice cezalandırmayı kendine hak gören, böylece kendisine itaat etmedi diye öldüren biri nasıl olabilir diye düşünüp duruyorum. Onur Şener henüz 45 yaşındaydı... Küçük kızına düşkünlüğüyle, sevgi dolu fotoğraflarıyla ve onu öldüren şiddetin en zalim biçimiyle konuşuluyor. Ne acı ki keyfi şiddet, kişinin canını sıktı, sözünü dinlemedi, giyimini beğenmedi diye de kendini gösterebiliyor. Yahut bu ülkede çokça alışkın olduğumuz dini ve milli değerler üzerinden hedef gösterme sonrasında cinayetle birleşiyor. 

*

Şiddetin sıradanlaşmasının ardında cezasızlıkla ödüllendirmek, cehalet sarmalının ilkellikle çoğalması, kişisel öfkelerin yasaların önüne geçmesi gibi pek çok neden olabilir. Şu bir gerçek ki şiddet olayları kendini bir toplumda üç ayrı dönemde gösterir: Sistemin işlememesi, yönetimsel zaaf ya da faşizm günlerinde...

Böyle bir toplumda yaşam güvencesi yok olur. Keyfi şiddet özellikle geri kalmış toplumlarda en çok kadınları hedef alır. Çünkü onların yaşam biçimini, neler yapıp yapamayacağını belirleyen, kadını eksik gören, kadınlık görevlerine karar verip ayıplayan bir anlayış belirleyicidir. Bu nedenle anayasada her zaman bir kesimin tercihinin bir başkasına dayatılmaması için, yasalarla hak ve özgürlüklerin korunmasına ihtiyaç vardır. Güvence altına alınan eşitliktir. 

*

Oysa kötülüğe karşı sığınılacak en temel nokta aydınlama düşüncesinden bize miras kalan akıldır. O, hiçbir zaman kirlenmez, gerçeği aramaktan vazgeçmez, en önemlisi de hiçbir erk tarafından baskılanamaz. 

*

Örgütlü kötülüğe karşı mücadelenin temel noktası, insanların koşulsuz bir şekilde adaletin yanında ve yan yana durmayı başarmasıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları