Ah Einstein ah!

22 Haziran 2022 Çarşamba

Önceki hafta 50. İstanbul Müzik Festival’inde Prof. Dr. Ertuğrul Sevsay ile Cemal Reşit Rey üstüne konuşmak ve izleyicilerin yoğun ilgisini çekmek çok güzeldi. Festival programı içinde Cemal Reşit Rey’in bir senfonik yapıtı da çalınsaydı keşke. Fatih Senfonisi, Güneş Manzaraları, Çağrılış gibi senfonik şiirleri, Kromatik Konçertosu, Keman konçertosu, Üsküdar Çeşitlemeleri gibi. Onlarca eser bırakmış, çağdaş Türk müziğinin öncüsü olmuş bestecimiz bugün sadece  “Lüküs Hayat” veya “10. Yıl Marşı”nın bestecisi olarak biliniyor. Belki yeni kuşaklar o yapıtların bir zamanlar Avrupa’da ne kadar çok seslendirildiğini, hatta bestecisinin adını bile bilmiyorlardır.

Amsterdam Sinfonietta’nın dinletisine sevgili dostum Prof. Dr. Oya Başak ile gittik. Daha programdaki ilk yapıtın çağdaş besteci Thomas Ades’e ait olduğunu görünce söylenmeye başladı Oya hoca. Aslında sanatın her dalında çağdaşlığı yakından izler. Ades’i dinlediğinde de ona hayran kaldı. Kuşkum yok salondaki pek çok kişi de benzer duygular içindeydi. Ah Einstein ah, dedim, önyargıları kırmak atomu parçalamaktan daha zor dememiş miydin? 

Amsterdam Sinfonietta’nın disiplinine ve müzikalitesine hayran kaldık. Her bir üye kendi çalgısının ustasıydı. Klasik Dönem’in zamanına bağlı olarak, aristokrat salonlarında çalan topluluklar gibi onlar da başkemancıları Candida Thompson’un yönetiminde, ayakta çalıyorlardı. Thomas Ades’den sonra Haydn’ın Do Majör çello konçertosunu, Çaykovski’nin kısa parçalarını ve William Walton’ın Yaylı Çalgılar Sonatı’nı dinledik. Bu konserde, son zamanların parlayan çellisti Anastasia Kobekina’ya hayran olduk. İzleyicisiyle ve toplulukla tümleşen kişiliği, yorumu kadar ayrıcalıklıydı. Yarınlarda onun adını çok duyacağız. 

ALICE SARAH OTT

Piyanist Alice Sarah Ott’un ciddi bir hastalığa, MS’e tutulması ve tıpkı çellist Jacqueline du Pre gibi hastalığını kabullenip çalışmalarından ödün vermemesi onun güçlü bir özelliği. Bu harika piyanistin programı bu kez alışageldiğimiz klasik kalıplara uymuyordu. Karanlığın içindeki görselliğin devinimi ve sanatçının iç sesiyle birleşen piyanosunun sesi bir bütün oluşturmuştu. Sanat dalları son yüzyılda birbiriyle kaynaşıyor, birbiriyle alışveriş yapıyor. Alice Sarah Ott karanlığın içinde çaldığı piyanosunun sesini görsellikle bağdaştırmıştı: Hakan Demirel’in dijital sanat enstalasyonu ile birlikte sundu. Ana hatlarıyla Chopin prelüdlerinden oluşan bir yolun aralarına György Ligeti, Nino Rota, Chilly Gonzales, Toru Takemitsu, Arvo Pärt, Francesco Tristano ve Ott’un kendi yaratıları da serpilmiş, “In the beginnig was” gibi ilginç ara başlıklarla sunulmuştu. Böyle bir program düzenlemek cesaret işi. Ancak onun gibi ünlü bir Deutsche Gramophon sanatçısı olursanız deneyebilirsiniz. Karanlığın içinden sahnedeki görseller yansıyordu. Her bölümdeki görsellik çok çekici değildi. Ancak bir kütüphane sahnesi vardı ki çizgiler kitap oluyor, kitaplar dünya oluyor ve sürekli bir devinimle uçsuz bucaksız yeniliklere açılıyordu.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eski bayramlar 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları