Gülengül Altınsay

İçimizdeki İzlandalıyım

15 Ekim 2015 Perşembe

Avrupa Finalleri’ne gidiş hikâyemizi bir an için unutalım. 54 ülkenin 24’ünün katıldığı bir turnuvaya katılmak başarı değil. Asıl katılamamak başarısızlık. Son dakikada mucize gibi 2016 Avrupa biletini kaptık. Bu arada çok da şanslıydık. Ukrayna’nın puan alamaması ve Kazakistan’ın adeta bizim için oynayıp Letonya’yı yenmesi…
Son iki maçımızı gruptan çıkmayı garantilemiş iki takımla yapmamız… Pozisyon yaratamadığımız maçta İzlanda’yı 89’da frikik golüyle yenmemiz…
Hepsi denk geldi. Ama baş aşağı giden uçağın burnunu yükseltip yeniden yükselişe geçişinde kritik bir değişiklik var. Şimdi üzerinde durulmayan. O kötü ünlü İsviçre maçından beri Milli takım, bazı kişilerin ve futbolcuların onun üzerinden kendi kavgasını verdiği bir alandı adeta. “Sevenler - sevmeyenler”, “dua edenler - etmeyenler”, “vatan hainleri - vatanseverler” ayrımcılığının her maçta dillerden düşmediği saldırgan bir arenaydı. Hatta bu sürecin liderlerinden Emre Belözoğlu milli takım kaptanlık bandıyla tribünde sevmediği birilerine el kol hareketleri yapacak kadar ileri gitmişti. Volkan Demirel seyirciyle problemini milli takım üzerinden yürütüyordu.

Ne değişti?
Değişim şu oldu: En sonunda bunlar ve İsviçre maçı artıkları bir şekilde Milli Takımın dışında kaldı.
Şimdi Oğuzhan’ıyla, Hakan Çalhanoğlu’yla, Ozan Tufan’ıyla, Şener’iyle şu anki Milli Takım, “bizim çocuklar”ın oynadığı, sevinçlerine ve üzüntülerine ortak olduğum bir takım artık. Son açıklamalarıyla Fatih Terim de beni olumlu anlamda çok şaşırttı. Ankara katliamının ardından kazanılan Çek Cumhuriyeti maçı sonrasında yaptığı duygusal konuşmayla… İzlanda maçının ardından “bir tek çocuğumuz ölmeseydi de Fransa’ya gitmeseydik” demesiyle….
En çok da şu sözleriyle: “Mütevazı olacağız, işimize bakacağız”.

Önce insanlık
‘Alçakgönüllü olmak’… İşte asıl mesele bu. İşinizi yaptığınızda, yani sahaya çıkıp centilmence futbolunuzu oynadığınızda kimsenin sizinle bir sorunu olmaz zaten. Ayrıca bir kez daha gördük ki futbol o kadar da önemli bir şey değil. Olsa da olur olmasa da. Özellikle Milli takım organizasyonlarının sadece para ve reklam kapısı olarak değerlendirildiği endüstriyel futbolun bir parçası haline geldiği bir çağda. Ne var ki asıl sorun şimdi ortaya çıkıyor.
Salı akşamı saygı duruşunun ıslıklarla ve tekbirlerle kesilmesi futbolun nasıl da ırkçılığın, düşmanlığın ve saldırganlığın yeniden üretildiği bir alan haline getirildiğini gösterdi yine. Bu ayrımcılığa karşı tepki gösteren sesler ise ümidimiz oldu.
Bundan böyle Terim’in, yetkililerin, medyanın, yani herkesin tüm yurttaşları kucaklayıcı bir tavır sergilemesi, Milli takımın ‘barış içinde ve barış için’ oynaması gerekiyor. Bu hiç de zor değil.
Bakın, İzlandalı futbolcular dünyanın ta öbür ucundan gelip maça kollarında siyah bantla çıktılar ve acımızı paylaştılar. Her şeyden önce insanlığa inanan biri olarak maçın skorundan çok daha önemliydi bu tavır benim için. Bakın, Prag’da Çeklerle yaptığımız maç öncesi sahaya çıkan maskot çocukların bir yanağında Çek, diğer yanağında Türkiye bayrağı vardı. Çünkü gerçek yurtseverlik ülkesini ayırıp diğerlerini küçümsemek ya da düşmanlık yapmak değildir. İnsanlık temelinde senden olmayanlarla da barış içinde yaşamak ve saygı göstermek, saygı görmektir.
Çeklerin Prag’da Türkiyeli oldukları gibi Türkiye’de İzlandalı olabilmektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Şimdi ders zamanı 5 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları