Nasıl Oluyor da Oluyor?

24 Eylül 2014 Çarşamba

Siyasal İslamın yükselişte olduğu, bu yükselişin “cihad”, “savaş”, “terör” gibi kavramlarla tanımlandığı bir dönemi yaşıyoruz. Yükselişin yurdu kuşkusuz tektanrılı dinlerin de yurdu olan Ortadoğu’dur. Burada vücut bulmuş ve tüm dünyaya yayılmış İsa dini kendi içinde yaşadığı yoğun ve kanlı savaşlarla nihayet dingin bir hal aldı ve kapitalizmin gelişimi ile paralel olarak Batı ülkelerinin, devletlerinin ideolojik çimentosu görevini sessizce icra etmeyi sürdürmektedir. Orada artık büyük din kavgaları yoktur.

***

Ortadoğu’dan tüm dünyaya yayılmış öteki büyük din İslamda benzer bir gelişimi görmek mümkün değildir. Burada çok büyük sözler etmeyelim ama İslamın kapitalizmle ilişkisi daha çok emperyalizmin İslam ülkeleri ile ilişkisi ile yakından bağlıdır. 20. ve 21. yüzyıllarda İslam dini kapsamında ele alınabilecek ideolojik formlar ne yazık ki, “cihad”, “savaş” ve “terör” gibi kavramlarla ifade edilebiliyor. Yaşadığımız yıllarda sessiz dindar kitlelerin benimsediği barışçıl dinin değil, bu kavramlarda kendini bulan “ölüme adanmışlığı” kutsayan akımların neredeyse tüm dünyaya yayılma eğilimindeki hareketleri belirleyici oluyor.

***

Siyasal İslamın bu kavramlarla anılan biçimleri, Şii, Sünni mezheplerinin önde gelen ideologları tarafından teorileştirilmiş ve kitleselleştirilmiş, kimi bölgelerde devletlerin ideolojisi haline gelebilmiştir. Seyyid Kutub ve Humeyni’nin izleyicilerinin kanlı eylemlere imza atmış ve atıyor olmalarının ve güçlenmelerinin, söylem ve eylemlerinin bu ideologlar tarafından çizilmiş çerçeveyi bugün rahatça aşıyor olmasının nedenini onların önü açık ideolojilerinde aramak herhalde yanlış olmayacaktır.

***

Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler kitabında, “Cahiliye dönemindeki putların yerini ulus, ulus devlet, parti, sosyalizm gibi yeni putların aldığını ve dünyanın yeniden Cahiliye devrine döndüğünü” iddia etmesi işte bu açık kapıya işaret ediyor. Bu açık kapıdan dünyaya yayılan en kanlı örgütler arasında öne çıkan IŞİD oldu. IŞİD ve benzerlerinin Seyyid Kutub’un açtığı yoldan giderek daha keskin ideologlar bulduğu da anlaşılıyor. Zaman gazetesinin dağdağalı 12 Eylül günlerinde Ülkü Ocakları’nda yetişmiş yazarı Mümtaz’er Türköne, bu dönemin ideologlarını ve ideolojisini veciz biçimde dünkü makalesinde anlattı.

***

Bugünün eli kanlı Selefilerinin geçmişin ideolojik çerçevesini kabul etmeyen, onu aşan cihadının özeti, Türköne’nin aktardığına göre 1989 yılında ölen Şeyh Abdullah Yusuf Azam’ın vasiyetindeki şu cümledir: “Ey İslâm davetçileri, ölüm tutkunu olunuz ki size hayat bağışlansın.” Bu Filistinli fıkıhçının ya da benzerlerinin izinden gidenler şu sıralarda sınırlarımızda terör estirenlerdir. Peki ama Türkiye’de iktidarda olanların bunlara karşı hayırhah tutum içinde olmalarının nedeni ne olabilir. Batı kapitalizmi ile ilişkileri küçümsenmeyecek kadar gelişmiş olan bizim “ılımlı İslam”cılarımızın bu çetelerle ne gibi bir ortaklığı olabilir ki?

***

Bu soruya “köktendinci ideolojilerle ortaklıkların varolan sistem içinde kendine yer araması” diye yanıt verilebilir mi bilemiyorum. Ama pragmatik politikacılığın her tökezlemede ideolojik çerçeveden sıyrılmak yerine, ona daha çok sarılmak, ondan medet ummaya devam etmek gibi bir hastalığı olduğu söylenebilir. Öyle olduğu yönündeki işaretlerden en önemlisi iflas etmiş bir politikanın “müellifi”nin yükseltilmesi, ödüllendirilmesi, “taltif” edilmesidir. “Peki buna emperyalist kapitalizmle sıkı bağlar nasıl izin veriyor?” diyenler, gözlerini bir parça yükselen ve rant ekonomisiyle palazlanan yeni “burjuva esnafına” ve TÜSİAD’ın son toplantısında azarlanan büyük burjuvazinin azarları ayakta alkışlayan çaresizliğine çevirmelidirler.
Pragmatik politika ayakta kalabilmek, “günahlarının” bedelini ödemekten kurtulabilmek için her şeyi deneyecektir. Buna, yürekten inanmadığı ideolojik sapkınlıklar dahildir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları