Tarihin Uyarısı

21 Temmuz 2013 Pazar

Yazın ortasındayız, mevsimlerden ceza mevsimidir. Sona, son aşamaya yaklaştığımızı gösteriyor. Bundan sonra daha sert bir üslup, yeni bir tırmanış göreceğimizden kuşku duymuyorum. İşin doğası gereğidir. Bilirsiniz şişede durduğu gibi durmaz, içtikçe içesi gelir âdemoğlunun. Seçim “sath-ı mailine”, eğik düzlemine giriyoruz. İktidar partisinin, oy kaybının daha da artmasını önlemek için elinden geleni yapacağını, yarar umduğu kimi politikaları gözden geçireceğini, milliyetçilik dozunu artıracağını, savaşçılığa, kahramanlık destanlarına daha fazla başvuracağını, sol gösterip bel altı çalışacağını tahmin etmek zor değil.
Ama işlerin eskisi kadar kolay olmadığı da ortada.

\n

***

\n

Gezi Parkı direnişinin kimyayı bozduğu, üslupta eski günleri aratacak bir sertleşmeye yol açtığı da ortada. Yandaşlara “Daha aktif olun, tencere tava çalan komşularınızı şikâyet edin, çekinmeyin” demek başka türlü anlaşılabilir mi? 12 Eylül askeri darbesinden sonra Evren de yurttaşları bu türden bir muhbirliğe çağırmış, kimi yurttaşların bu nedenle başı derde girmiş, ama ihbarcılık da doğrusu çok rağbet görmemişti.
Önemli değildir. Önemli olan seçimler yaklaşırken üslupta ve eylemde görülen sertleşmedir. Bu sertleşmeyi yalnızca son zamanlarda artan demokratik gösterilere, azalan desteğe, kamuoyu yoklamalarına yansıyan oylardaki düşüşe, özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçiminin çantada keklik olmaktan çıkmasına bağlamak gerçeği tam olarak anlatmayacaktır. Evet, bunlar can sıkıcı gelişmeler, ama asıl neden politikalardaki hataların bir bir ortaya çıkması, uluslararası reel politika ile açıkça çatışması, dışarıda gereken desteğin görülmemesi bir yana, atılan adımların açıkça eleştiriliyor olmasıdır.

\n

***

\n

Batı Avrupa ile işler iyi gitmiyor. Avrupa her zaman olduğu gibi insan hakları sorunlarını kendi politik gereksinimleri doğrultusunda değerlendirmeye, AB ile Türkiye’nin arasını belli bir çizgide tutmaya yarayacak yönde kullanmaya özen gösteriyor. Bu konuda sosyal demokrat ya da muhafazakâr politikalarda bir farklılık yoktur. ABD ise Ortadoğu politikalarında Türkiye’den tam uyum ya da isterseniz tam itaat diyelim, istemektedir. Suriye, Mısır, İran ve İsrail konularında başına buyrukluğa tahammülü yoktur ABD’nin.
“Açılım” politikası ise feraset yoksunluğunun neredeyse açık bir göstergesi olmak üzeredir. Seçim yaklaştıkça artan milliyetçiliğe daha fazla başvurma gereksinimi ile açılım politikası birbiriyle çatışmakta, bu da ister istemez üslupta hırçınlığa yol açmaktadır. Suriye sınırında bir bölgenin adının PKK ile birlikte anılan PYD’nin denetimine geçmesi işleri iyice karıştırmış, açılım görüşmelerinde mutabakata varıldığı söylenen adımlar da sıkıntının üzerine tüy dikmiştir. Şimdi bu adımlar atılsa bir türlüdür, atılmasa bir türlü.

\n

***

\n

Ekonomide artık tutmayan “teğet hesabını” bir yana bırakalım, sıkıntı büyüktür. O zaman geriye ister istemez baskının dozunu artırmak, tarihin böyle durumlar için muktedirlerin önüne koyduğu “çarelere” başvurmak kalıyor. O nedenle cezalar mevsimindeyiz. O nedenle, ihbarcılığın teşviki gündemdedir. O nedenle baskı zirveye çıkmış, medya baskılanmış, yandaş olmayanın mesleğin gereklerini yerine getirmesini önlemek için yeni icatların peşine düşülmüştür.
Peki bütün bunlar derde deva mıdır?
Olmadığını, bunları muktedirin önüne koyan tarih yazıyor.
Muktedirlere tarihin söylediği şudur:
“Bunlar benim kitabımda var, ama sen bunlardan sakın diye anlatıyorum sana bunları, sakınmazsan ne olacağını da yazdım, sonra uyarmadı deme sakın bana.”

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları