Hikmet Çetinkaya

Amaç Atatürk’ü unutturmak...

30 Nisan 2016 Cumartesi

Yaşam koşulları zorlar insanı. Hayata bakışını değiştirir. Sevginin anlamı ansızın yitirilir...
Çiçeklerle bezenmiş topraklar, nisan sıcaklığı, insanın yüreğinde filizlenen sevgi, aşk, sevda, mutluluk ve mutsuzluk.
Zaman bir noktada durdurulabilseydi mutlu olanların tümü sonsuza dek mutlu; mutsuz olanların tümü sonsuza dek mutsuz olacaklardı.
Ancak bu olanaksız!
İnsanın görüşü, yaşam sürecinin ötesindeki ufukları kapsayıp bir duygu yoğunluğu içine düşüyorsa her şeyi görüyor demektir.
Gecenin karanlığında gökte yıldızlar vardır ama körler bunu göremez.
Tıpkı onların Türkiye’nin geleceğini görmemesi gibi...
İnsan ister görsün ister görmesin, kısacık yaşamında zaten çok şeyi göremez ama her şeyi algılar...
Fransız devrimini, Rus devrimini kim gördü?
O devrimleri yaşayan kuşaklar mı?
Eğer iki devrimi tartışmaya kalkarsak bugün çok şey söyleriz, tezler üretiriz.
İlhan Selçuk bir yazısında böyle bir tarihsel süreci anlatmıştı uzun uzun...
Şöyle demişti:
“Yaşanan an ile süreç; doğruyla gerçek arasındaki çizgiyi içerir.”
An’ı yaşarken sürecin bilincindeysen gerçekten yaşıyorsun demektir; gerçeği bilip doğruyu seçersen, tam anlamıyla insansın demektir.
Bu aynı zamanda mutluluğun da tanımıdır...
Atatürk, “kurtuluş” ve “kuruluş” sürecinde bu işlevi üstlenmiş, laikliğin temelini atmış, akıl ve bilimin değerini topluma anlatmaya çalışmıştır o kısacık ömründe...
Bugün yaşananların temel nedeni, akla ve bilime karşı durmak, Mustafa Kemal’in aydınlanma sürecine karşı çıkmaktır.

***

Aydınlanmaya, laikliğe, çağdaşlığa karşı çıkanların egemen olduğu siyasal dönemler acılar ırmağına benzer...
O acı yüreğimizi delip geçer bir anda!
O yüzden herkesi düşman
olarak göremeyiz; her Kürt yurttaşımızı “terörist” diyerek yaftalayamayız.
Bugünlerde en çok konuşulan, tartışılan Türkiye’nin dört bir yanındaki terör olayları, alınan canlar, şehit cenazeleri...
Elbette laikliği bir kenara bırakamayız...
Laiklik olmadan demokrasi olmaz. Ama demokrasi olmadan laiklik olur.
Biz bunları yaşadık, gördük!
Birgün’de Fikri Sağlar’ın yazısıyla benim yazım demokrasinin, laiklik temelinde yükseleceğini anlatıyordu.
Peki, halkın arasına nifak sokanlar kim? Mezhep ayrımcılığı yapanlar kim?
Ben hayatım boyunca hep dik durdum, boyun eğmedim, kalemimi satmadım.
Gerçekleri yazdım!
Türkiye’de Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı ivme kazanıyor, bağımsız yargı, bağımlı yargıya dönüşüyor...
İbadet ve iman tartışmaları, evrensel hukuku silip savururken, inanç değerleri yerle bir oluyor.
Yobazlık, gericilik dindar olmak değildir...
Dindarlara elbet saygımız var!
Dindar geçinen softalara gelince...
Bunların tek amaçları çıkardır, iplikleri bir vakıf aracılığıyla yeniden ortaya döküldü.
Kışkırtıcı konuşmalar, sindirme politikaları, ötekileştirme.
Hepsi iç içe girmiş...

***

Fikri Sağlar’ın yazdığı gibi biz laikliğin demokrasinin temeli olduğunu yaşadıkça anlıyoruz...
Biraz geç kaldık anlamada ama sonunda başardık....
Göstermelik namazlar, görkemli iftar sofraları, bol harcamalı cami açılışları... Uygulamalı din derslerinin camilerde, mezarlıkta yapılması...
Bunları yazdığın zaman halkın arasına nifak sokuyorsun onlara göre.
Hayatın penceresinden bakıyorum...
Diktatörlüğü hayal etmek, baskı kurarak ülkeyi yönetmek, sonra da ahkâm kesmek:
“Biz laikliğe ve demokrasiye âşığız!”
Hani dindar ülkeye dindar anayasa yapılırdı...
Ne değişti ne?   
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları