Hikmet Çetinkaya

Umudun türküsü...

20 Temmuz 2017 Perşembe

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Önce şimşekler ardından gök gürültüsü ve yağmur...
Irmak kıyısında mavi tebeşir evler vardı.
Karl Krolow’un ağıtları tüm yüzlere yansıyordu.
Düşsüz uykularımızda kömür rengi bükülen kurşunlar görülüyordu.
Bir aşk masalının orta yerindeydik oysa. Tüm sevişmeleri yarım bırakmıştık. Ağlamak istiyorduk ağlayamıyorduk...
Gazeteleri okuyordum...
Önceki gün Cumhuriyet’in birinci sayfa manşeti şöyleydi:
“Yine fişleme dönemi...”
HSK Teftiş Kurulu Yönetmeliği değişmişti. Müfettişler, yargıç ve savcıların sosyal ve kişisel özelliklerini gizli fişlere yazacakmış...
Oh, ne iyi....
Arkadaşımız Alican Uludağ’ın haberini okumaya başladım...
Halkoylamasının ardından üyeleri değişen HSK, Teftiş Kurulu Yönetmeliği’ni silbaştan yenilemişti.
Yönetmelikte 2011’de kaldırılan “hal kâğıdı” uygulaması böylece geri dönmüştü.
Aman ne güzel, ne güzel...
Hal kâğıdı, yönetmelikte “Denetim dönem içerisindeki mesleki bilgi ve kişisel ve sosyal özelliklerinin değerlendirilmesine yönelik form” olarak tanımlanmıştı.
Yeni yönetmeliğe göre yargıç ve savcılar hakkında gizli araştırma yapılabilecek. Müfettişler, yargıç ve savcıların mesleki bilgi ve becerilerinin yanı sıra kişisel ve sosyal özelliklerini de dosyasındaki fişlere aktaracak.
Ne denir?
Yeme de yanında yat...
Bunun için personelin gizlice ifadesini alabilecek. Sadece UYAP verileri değil gözlem yöntemi de kullanılacak...
Oh ne iyi, ne iyi...

***

Bir yerlerde birileri konuşuyor, dar odalarda menekşeler büyüyordu...
Hep umuda koşmuş, hep bir şeyler aramıştık.
Darmadağın olmuş yaşamlar, birey olma çabası, demokrasi, özgürlük.
Sen bir hüzün çiçeğiydin...
Darmadağın olmuştun.
Bir gece yarısı Varşova Garı’nda rüzgârda uçuşan saçlarınla koşup gelmiştin.
O an ne düşünmüştüm anımsayamıyorum şimdi.
Eski bir gramofonda çalan şarkı, bize geçmişimizi geri getirmiş gibiydi:
“Tam ortasında göçtü kışın:
Dereler donmuş, neredeyse bomboştu havaalanları,
Cıva düşmüştü ölen günün ağzında
Elimizde bütün göstergeler birleşiyor
Öldüğü günün soğuk, karanlık bir gün olduğunda.”
Umut paramparça değildi...
Yabanıl değil sevişmelerimiz...
Huyumuz, suyumuz...
Birileri birilerini fişliyordu...
Herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir özdeyişi gibiydi bizim hayat ilkemiz.
Bir gecede mevsimler değişmişti.
Sonsuzluğun acısıyla uyanmıştık alaca bir şafakta.
Çocuklarla, kuşlarla, ağaçlarla, çiçeklerle, çoğalan ırmaklarla uyanmak neyin habercisiydi bilmiyorduk...
Yağmurlar kentin üstüne üstüne geliyordu.
Bir çocuk hıçkırıklara boğuluyor, kuşlar ağaçların dallarına gizleniyordu.
Bir hayatı sevgi duvarı gibi örerdik tıpkı Can Yücel gibi:
“Baktım gökte bir kırmızı uçak
Bol çelik, bol yıldız, bol insan
Bir gece sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bir sen varsın bir de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirildiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.”

***

Kadınları hep sevdik yaşamımız boyunca...
Temel hak ve özgürlükleri savunduk...
Çocukları, kuşları, ağaçları, suları, çiçekleri...
Umudun türküsünü...
Bir kentin çığlık çığlığa yalnızlığını...
Üstüne basa basa bağırdık:
“Temel insan hak ve özgürlükleri insanlığın yüzyıllar boyu süren mücadeleleri sonucu elde edilmiş kazanımıdır...”
Bu özgürlüklerin düzeyinin uygar bir toplum olmanın göstergesi olduğunu bir türlü anlatamadık canım Türkiye’yi yönetenlere...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları