İrfan Hüseyin Yıldız

Yüksek enflasyona doğru...

03 Ekim 2021 Pazar

Enflasyondaki artışın arızi unsurlardan kaynaklandığını söyleyen Merkez Bankası (MB), 23 Eylül tarihli toplantısında yüzde 19 olan politika faizini, 100 baz puan düşürerek, yüzde 18’e indirdi. Bu durumda, ekonominin gerçekleri ile alınan kararın örtüşmesi beklenir. Daha da önemlisi piyasa aktörlerinin enflasyondaki artışın geçici unsurlardan kaynaklandığına inanması gerekir. Aksi halde kurların ve enflasyonun sarmal biçimde daha yukarılara taşınması kaçınılmaz olacaktır. Ekonomi çevrelerinden öngörülenlerin üzerinde oluşacak yıl sonu kur ve enflasyon tahminleri gelmeye başladı bile...

Mutfağa düşen yangının, akaryakıt, doğalgaz, elektrik, ulaşım ve konut fiyatlarıyla, hayatın her alanına sıçrayacağı görülüyor. Ağustos ayında yıllık yüzde 45.54’e yükselen üretici enflasyonunun (ÜFE), bir süre sonra tüketici enflasyonuna (TÜFE) yansıyacağı açıktır. Buna bir de önümüzdeki kış küresel düzeyde beklenen doğalgaz krizini ilave ettiğimizde, döviz kurlarındaki artışla birlikte ithalat faturamızın kabaracağı, maliyetler tarafında yüksek enflasyonla karşılaşacağımız anlaşılıyor...

Bir süre önce sıkı para ve reel faiz politikasıyla enflasyonu kontrol altına almak isteyen MB, bu duruşunu tekrar değiştirdi, faizi indirerek ekonomideki likiditeyi artırmaya ve ne olursa olsun büyümeyi desteklemeye yöneldi. Ancak daha önce de denendiği üzere, döviz kurları üzerinden, istihdam yaratmayan, rekabet gücü ve artı değeri düşük bir büyüme modeli ve ihracat yapısı maalesef sürdürülebilir olamıyor. Bu politikanın halka yansıması, yüksek enflasyon, artan yoksulluk ve gelir dağılımındaki bozulma olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca siz politika faizini düşürdünüz diye, ne piyasa faizi ne de enflasyon düşüyor. Türkiye’nin, uluslararası güvenilirliğin göstergesi olan, kredi risk primi (CDS) 425.4 baz puanla, kendine en yakın ülke olan Brezilya’nın iki katından fazladır. Asıl görevi fiyat istikrarını korumak olan MB’nin, ekonomi biliminin dinamiklerine göre değil, ideolojik yönlendirmelerle hareket etmesi, inanılırlığına zarar vermeye devam ediyor... 

KONUT SATIŞLARI DÜŞERKEN KONUT FİYATLARI VE KİRALAR ARTIYOR

Son yirmi yılın ekonomik büyümesinde lokomotif rolü verilen inşaat sektörü, vatandaşın ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak, spekülatif amaçlı imar oyunlarıyla, şehirleri betonlaştıran rant projeleriyle büyüdü. Kendi içinde ürettiği arz, maliyet ve finansman sorunlarıyla, genel ekonomide ortaya çıkan ekonomik krizlerden de en çok etkilenen sektör oldu. Son yedi yıldır dolar bazında kişi başına milli gelirimiz düşüyor, buna paralel olarak son yedi yıldır inşaat sektörü de küçülüyor...

TÜİK verilerine göre inşaat sektörü, 2021 yılının ilk iki çeyreğinde bir miktar büyüme göstermiş olsa da bu büyüme, genel ekonomik büyümenin altında kaldı. Ayrıca Ağustos 2021 itibarıyla bir önceki yılın aynı ayına göre konut satışları (801 bin 995 adet) yüzde 21.7 oranında düştü. Buna karşın inşaat maliyetleri ve konut fiyatları artıyor. Temmuz ayında, bina inşaatı maliyet endeksi, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 45.15 arttı. Özellikle çimento fiyatlarındaki yüksek artış dikkat çekiyor. Artan inşaat maliyetleri, finansman sorunları, plansız lüks konut üretimi, geliri düşen sabit gelirlilerinin, konut satın alma talebini ve konut satışlarını sınırlamış görünüyor... 

OECD verilerine göre Türkiye’de hanehalkının yüzde 40’ı kiracı. Bu, büyük bir sayı. Söylediğimiz nedenlerle ev sahibi olamayan vatandaşlar, mecburen kiralık konut arayışına giriyor. Kiralık konut talebindeki bu artış, beraberinde konut kiralarında fahiş yükselişleri de getirmiş oluyor. Başka tali sebepler var elbette. 

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ BARINAMIYOR

Aynı sorun, üniversite öğrencilerinin kiralık konut ya da yurt ihtiyaçlarında da yaşanıyor. Siyaseten her ile bir üniversite açma popülizminin, üniversitelerin kalitesini düşürmekten, yurt ve benzeri sorunlarını derinleştirmekten başka bir işe yaramadığını görüyoruz. 

İşte sosyal devletin burada devreye girmesi gerekiyor. Barınma, sağlık, eğitim, ulaşım, temiz çevreye ve temiz suya erişim gibi hizmetler, sosyal bir devlet tarafından, vatandaşlarına sağlanması gereken öncelikli temel hizmetlerdir. Vergiler, bu hizmetler yerine getirilsin diye toplanıyor...

Türkiye’deki demokratik ve politik sorunların en büyük kaynağı, nasıl güçler ayrılığının ortadan kaldırılması ise ekonomik sorunların en büyük kaynağı da piyasaları düzenleyen ve denetleyen kurumların siyasi otoritenin hegemonyası altına girmesi, hukuksuzluğun, kuralsızlığın ve keyfiliğin kural haline getirilmesidir dersek yanlış olmaz sanıyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları