İrfan Hüseyin Yıldız

Faiz sarmalına girdik

29 Eylül 2024 Pazar

Merkez Bankası yüzde 50 olan politika faiz oranını, eylül ayı toplantısında da değiştirmedi. Bankaların bugünlerde mevduat faiz oranları yüzde 47-54 arasında, ticari kredi faiz oranları ise yüzde 60’ın üzerinde seyrediyor. Döviz kurunun kontrollü olarak artması, Türk Lirası mevduat faizini cazip kılmaya, yerli ve yabancı mevduat sahiplerine carry trade imkânı vermeye devam ediyor. 

Bunun adı başarıysa evet, spekülatif sıcak para, kaynakta sadece yüzde 7.5 vergi ödeyerek neredeyse vergisiz sayılan yüksek faiz gelirine geliyor. Elbette, bu yüksek geliri kendi ülkelerinde elde etme imkânları bulunmuyor. Aynı şekilde Türk tahvillerine gelen sıcak para da cazip faizler için geliyor. Doğrudan yatırım için gelen yabancı sermaye var mı? Yok. 

Görünen köy kılavuz istemiyor: Merkezi yönetim, ağustos ayı itibarıyla 8 aylık 973.5 milyar lira bütçe açığı verdi, bunun 764 milyar liralık kısmı faiz ödemelerinden kaynaklanıyor. Buna bağlı olarak Hazine’nin iç ve dış borç stoku da hızla artıyor. Ağustos ayında Hazine’nin iç borç stoku 4 trilyon 191 milyar liraya, dış borç stoku 4 trilyon 147 milyar liraya, toplam borç stoku ise 8 trilyon 339 milyar liraya yükselerek önceki aya göre yüzde 9 oranında artmış bulunuyor.

RESESYON İŞARETLERİ GELİYOR

Yüksek kredi maliyetlerine rağmen birçok işletme krediye ulaşmada ciddi sorunlar yaşıyor. Mayıs 2023 seçimleri sonrasında para politikasında gidilen faiz artışı ve sıkılaştırılmanın yavaş yavaş iç talebi sınırlamaya ve ekonomik aktivitelerde zayıflamaya, işsizlik oranlarında artışa sebep olduğunu görüyoruz. Öncü göstergeler üzerinden analiz yapan BETAM, ekonomide yılın üçüncü çeyreğinde (temmuz, ağustos, eylül) bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 0.4 oranında, bir önceki çeyreğe göre ise yüzde 0.9 oranında bir küçülme öngördüğünü açıkladı. Kredi kartı borçlarındaki yapılandırma zarureti, ilan edilen konkordato sayılarındaki artışlar da ekonomideki küçülmeye işaret ediyor. Esasen bir dezenflasyon programı zorunlu olarak beraberinde bir ekonomik daralmayı da getirir. İktidarın OVP’de ortaya koyduğu büyüme hedeflerine baktığımızda 2024 yılı büyümesi yüzde 3.5, 2025 yılı büyümesi ise yüzde 4 olarak belirlenmiş. Bunun anlamı hem büyüyeceğiz hem de enflasyonu düşüreceğiz. Peki bu nasıl olacak? 

ENFLASYON YAPIŞKANLIĞINI SÜRDÜRÜYOR

Bu noktada iki sorun karşımıza çıkıyor: Birincisi, uygulanan dezenflasyon programının getirdiği yükler ve sorunlar, daha çok dar ve sabit gelirli kesimlerin sırtına yıkılmış durumda ve müthiş bir gelir adaletsizliği var. İkincisi, bu program sadece para politikası araçlarıyla yürütülüyor ve maliye politikasından destek gelmediği için enflasyonu aşağı çekmekte etkin çalışmıyor. Merkezi yönetimin 2024 yılındaki bütçe harcamalarına baktığımızda, ilk sekiz aydaki harcamaların, 2023’ün ilk sekiz ayındaki harcamalara göre yüzde 84.1 oranında artarak 6 trilyon 226 milyar 600 milyon lira seviyesine ulaştığını görüyoruz. 

Resmi enflasyon oranında baz etkisinde kaynaklanan düşüşe rağmen hâlâ dünyada en yüksek enflasyon oranlarından birini yaşıyoruz. Ne yazık ki TÜİK’e güven kalmadığı gibi piyasada henüz fiyat algısı da istikrara kavuşmuş görünmüyor. Eğitim, sağlık, ulaşım, kira, gıda, elektrik ve benzeri faturalardaki artışlara baktığımızda durumun vahameti orta yerde duruyor. Şimdi bir de değerli Türk Lirası nedeniyle ithal mallarında yükselen tüketim artışını görüyoruz ve imkânı olan Türkiye’de değil, yurtdışında tatil yapmayı tercih ediyor. Bu nedenle turizm gelirlerimizde beklenen hedef de yakalanamadı. 

Son günlerde öne çıkan tartışmalardan biri: “Faiz indirilmeli mi yoksa sabit mi bırakılmalı?” Esnaf ve işletmeler, AB ve ABD’deki gelişmelere paralel olarak faizlerin indirilmesini istiyor. Önemli sayıda iktisatçı ise Türkiye’de henüz enflasyonun düşürülmesinde kalıcı ve inandırıcı bir düşüş sürecinin başlamadığını, dolayısıyla faiz indirimi için koşulların oluşmadığını söylüyor. Maalesef, “nas” politikalarıyla ekonomide yaratılan tahribatın, sadece faizi indirmekle ya da artırmakla çözülemeyeceğini düşünüyorum. Ayrıca hukukun üstünlüğü, gelir dağılımı adaleti, kurumsal yönetim, liyakat, denge ve denetim mekanizmaları, demokrasi, bilimsel laik eğitim, inovasyon, yüksek katma değerli teknolojiler, kamunun öncülüğünde yürütülecek stratejik planlama gibi alanlarda yapısal reformlar yapılmadan ekonomide kalıcı toplumsal refahın yakalaması da mümkün görünmüyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Vergide adalet kalmadı 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları