Ülkemizin ekonomik-sosyal yaşamında yaşanan olumsuzluklardan en çok etkilenen kesimlerin başında tarım kesimi geliyor. Bu olumsuzluklar kırsaldan kente, üreticiden tüketiciye uzanarak gıda zincirinin tüm halkalarını kapsıyor. Son dönemde tarım kesiminden SOS sinyalleri yükseliyor! Başta mevsimlik sebze ve meyve olmak üzere, temel gıda ürünlerine erişmek zorlaşıyor. Ülkemiz gıda enflasyonunda Avrupa ülkelerinde başı çekiyor. Gıda ürünleri giderek daha da pahalanıyor. Başta et, süt olmak üzere birçok temel gıda, dar gelirli ailelerin sofrasından mutfağından uzaklaşıyor.

GIDA KRİZİ İŞARETLERİ
Bu durumun en belirleyici faktörü, çiftçinin tarımsal üretimdeki girdi maliyetlerinin yüksekliği ile buna karşın ürettiği üründen yeterince pay alamamasıdır. Üretici sürekli artan akaryakıt, gübre ve zirai ilaç maliyetleri ile baş etmekte zorlanmaktadır. Kırsalda tarımla uğraşanların yaş ortalaması 59’a ulaşmıştır. Tarımsal üretim yapılan alan ve çiftçi sayısı her geçen gün azalmaktadır. Bir büyük market zinciri yöneticisinin geçtiğimiz günlerde yaptığı “Gelecekte satacak gıda ürünü bulamayabiliriz” uyarısı yaşamsaldır.
İTHALAT DARBESİ
Tarımda bir başka büyük sorun, yerel üreticiye yapılan ithalat darbesidir. En başta tahıl olmak üzere birçok üründe ve hayvancılıkta giderek dışa bağımlı hale geliyoruz. Örneğin en temel gıda ürünü olan buğdayda önceki döneme göre ithalat iki kat artıyor. Canlı hayvan ithalatında da en çok ithalat yapan ülkeler arasındayız. Bütün bu olumsuzluklar doğrusu çiftçide üretim şevki bırakmıyor. Başta gençler olmak üzere önemli bir nüfus, kırsalı ve tarımsal üretimi terk ediyor. “Kendine yetebilen sayılı ülkeler arasındayız” söylemi, artık çok gerilerde kalıyor. Yeni kuşaklar için adeta bir masal olarak anılıyor!
İKLİM VE SU SORUNU
Bütün bu olumsuzluklarda, tarımsal üretimi doğrudan etkileyen iklim krizinin ve tarımsal sulamadaki sıkıntıların da elbette payı var. Ancak tarımdaki olumsuz tabloyu yalnızca bu nedene bağlamak ve bununla açıklamaya çalışmak çok yanlış olacaktır. Bir bakıma tarımdaki hatalı politikaların üstünü örtmek ve onları gizlemek anlamına gelecektir. Toprağı, tarımı etkileyen ve giderek daha da çok etkileyeceği öngörülen iklim krizi, su yetersizliği ve tarımsal sulama problemleri için gerekli önlemler alınmalı ve yeni uygulamalar gündeme getirilmelidir.
ÜRETİM ÖZENDİRİLMELİ
Ancak bütün bunlar, tarımsal üretimdeki düşüşü ve üretici ile tüketicinin mağduriyetini açıklamaya - önlemeye yetmeyecektir. TÜİK’in 2025’in üçüncü çeyreği ile ilgili resmi verileri bile tarımdaki küçülmeyi ortaya koymaktadır. Buna göre tarımımız -17.3 oranında küçülmüştür. Ekonomide ve özellikle de inşaatta büyüme yaşanırken tarımdaki bu ölçekte bir küçülme, tam anlamıyla bir SOS sinyalidir! Bu sinyaller ve uyarılar mutlaka dikkate alınmalıdır. Tarımda yeni bir yapılanmaya gidilmeli, üretim özendirilmelidir. Hal yasası ivedilikle çıkarılmalı, üretici ve tüketici korunmalıdır. Halen TBMM genel kurulunda görüşmeleri süren 2026 bütçesinden tarım kesimine daha büyük pay ayrılmalıdır. Kısacası, üretici sahiplenilmeli ve tarımsal üretim özendirilmelidir.
***
İnsan hakları mücadelesi ve İzmir
10 Aralık “Dünya İnsan Hakları Günü”; içinde bulunduğumuz hafta da “İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası”dır. Biz tüm okurlarımızın bu anlamlı gününü ve haftasını içtenlikle kutluyoruz. Neredeyse bütün ömrümüzü insan hakları ve demokrasi mücadelesi ile geçiren bizler için, bu gün ve hafta büyük anlam taşır. İzmir’in, Ege’nin, insan hakları ve demokrasi mücadelesi açısından da önemli bir geleneği vardır.

HAFTANIN ANLAMI VE ÖNEMİ
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarihinde “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ni kabul etmesi, insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına yönelik önemli bir adım olmuştur. İşte bu nedenle, o dönemden bu yana 10 Aralık tarihi bütün dünya ülkelerinde “İnsan Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır. Günümüzde ülkemizin emek ve demokrasi güçleri, 10 Aralık tarihinin içinde bulunduğu haftayı “İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası” olarak kabul etmekte ve kutlamaktadır. Bu uluslararası gün ve hafta, ülkemizde yaşanan sorunlar nedeniyle günümüzde daha da büyük önem taşımaktadır.
BARO VE İNSAN HAKLARI
Yurttaşların insan hakkı ihlallerinde yardım alabilecekleri kurumlar içinde barolar başta gelmektedir. Avukatların meslek örgütü konumundaki barolar, aynı zamanda insan hakları konusunda da önemli başvuru ve hizmet kurumlarıdır. Yaşadığımız kent İzmir’de bulunan İzmir Barosu’nun önemli bir mücadele geleneği vardır. Başta saygıyla ve özlemle andığımız değerli dostlarımız olan, geçmişteki baro başkanları İskender Özturanlı, Cengiz İlhan, Güney Dinç gibi duayen hukukçuların dönemlerinde; İzmir Barosu çok etkin çalışmalar yürütmüştür. Bu anlamlı bayrağı günümüzde Av. Sefa Yılmaz taşıyor.
DİNÇ-BERKTAY-LÖK
İzmir ve insan hakları mücadelesi denilince aklımıza ilk gelen isimler Av. Güney Dinç, Dr. Alparslan Berktay ve Dr. Veli Lök oluyor. Rahmetli Güney Ağabey ile yakın dostluğumuz vardı. Edebiyat ve sanatla da ilişkili olan Dinç, insan hakları hukuku konusunda tam anlamıyla uluslararası bir otoriteydi. 12 Eylül’ün en zorlu ve karanlık dönemlerinde baro başkanlığı yaptı. Yine bir başka “eski tüfek” Alparslan Ağabey de 12 Eylül döneminde İnsan Hakları Derneği’nin İzmir’de kurucu başkanıydı. O dönemde, DİSK-Tekstil İş şube başkanı İsmail Ağabey ile birlikte önemli çalışmalar yaptılar. İnsan Hakları Vakfı’nın kurucularından olan Prof. Dr. Veli Lök de özellikle işkencenin ortaya çıkarılmasında kendisiyle birlikte anılan tıbbi yöntemler geliştirmesiyle biliniyor. Bu anlamlı çabaları için kendisine teşekkür ediyor ve sağlık diliyoruz. Burada görülen 54 yıl öncesine ait siyah beyaz fotoğrafı, sevgili arkadaşımız Fergül Yücel’in “İzmirli Devrimciler” kitabından aldık. 12 Mart döneminde 1971’de Şirinyer Cezaevi’nde çekilen fotoğrafta, ayakta sol başta Güney Dinç, oturanlardan soldan üçüncü de Alparslan Berktay görülüyor. Biz bütün bu isimleri ve mücadelelerini saygıyla anıyor, İzmir’de anılarının-isimlerinin yaşatılmasını diliyoruz.
***
Hayatı sahneye taşıdılar
Tiyatro sanatını çok önemser ve severiz. Hele bu uğraş binbir zorluk içinde kırsal kesimde yapılıyorsa, bizim için çok daha kıymetlidir. Çünkü biz de yıllar önce ilk gençlik ve öğrencilik yıllarımızda, böylesi anlamlı tiyatro uğraşılarının içinde yer almıştık. 1970’lerdeki lise yıllarımızda, arkadaşlarımızla birlikte tiyatroyu, tiyatro ile hiç tanışmamış köylere taşımıştık.

ÖDEMİŞ KÖY TİYATROSU
Bütün bunları yeniden anımsamamıza, Ödemiş’teki yerel tiyatro faaliyetleri vesile oldu. Konaklı Köyü Kadın Tiyatrosu, Murat Güzel’in derleyip yönettiği “Bir Zamanlar” oyununu başarıyla sahneye koydu. Ödemiş Kültür Merkezi’nde sergilenen oyun, izleyiciden tam not aldı. Ödemişliler, kendi içlerinden çıkan oyuncuların başarısını alkış yağmuruna tuttular.
KONAKLI’NIN KADINLARI
Aslında Konaklı köyünün kadınları bir anlamda hayatı sahneye taşıdılar. Geçmişteki mahalle kültürünün izlerini sergilediler. Biz de Ödemişli kadınların başarısını içtenlikle kutluyor ve bu anlamlı çabalarını yürekten alkışlıyoruz.