Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanat kirikkanat@mgkmedya.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Kedi kediye, ayar hediye!

25 Haziran 2022 Cumartesi

Yol Partisi’nin bitmek bilmeyen istibdadı altında ezilen Mikronezya adasında, yoldaş yolsuzlarla muhalif çulsuzlar arasındaki somut ayrışım; tabii ki azınlık birincilerin parasal bolluğu, çoğunluk ikincilerin ise darlığıydı. 

Ama bir ayrışım daha vardı ki soyut ve duygusaldı: İktidar yoldaşı varsıl yolsuzlar evcil hayvan falan beslemez, cima gözüyle bakmıyorlar ise zaten hiç hoşlanmazlardı. 

Çulsuz muhalifler ise kedi, köpek, kuş, tavşan, kaplumbağa, balık falan; evde, sokakta, denizde canlı ne görürlerse severler, kendi karınları açken onları doyurmaya, karaya vuran balinaları bile kurtarmaya çalışırlardı.

Merkez Pastanesi’ni yerle yeksan eden kakao krizinden beri derin bir yoksulluğa gömülen Mikronezya’da, muhalif çulsuzlar giderek çoğalırken adanın mutlak müstebiti, Tanrı Ol’un yeryüzündeki sureti, Yol Partisi’nin tartışılmaz efendisi, Yollu ve Yolcu yoldaşların Ulu Çobanı Muktedir Makropiç’in yıldızı da kararmaya başlamıştı ki...

Onu parlatmakla görevli yoldaş Frozen Goldstein’ın yarım aklında dâhiyane bir PR ampulü yandı: Muhalif çoğunluğun giderek daha sevimsiz bulduğu Muktedir Makropiç’i hayvanseverlik cilasıyla sevimli gösterecekti. 

Ulu Çoban, yolsuz yoldaşı Frozen Goldstein’ın PR projesini dikkatle dinledi. Gerçi geçmişte hayvansever görünmek için niyet çeken bir tavşanı, hayvan korkup sindiği için fildişi bastonuyla dürtmüşlüğü vardı ama işler iyi gitmiyordu, tekrar deneyebilirdi. Goldstein, mutlak müstebitine bir köpek almasını öneriyordu ama Ulu Çoban köpekten korkardı. Bir kedi alınmasında karar kılındı. 

Ancak Ulu Çoban’ın her şeyi büyük ve markalı olmalıydı. Dolayısıyla Sumatra Adası’ndan devasa boyutlarda, cins bir kedi getirildi. 

Gelen hayvan öyle cengâver görünüşlü ve haşmetliydi ki Muktedir Makropiç’i içinden “acaba köpek mi alsaydım” diye geçirecek kadar ürkütmüştü. Neyse ki saatler sürse ve kan ter içinde kalınsa da kediyi sever gibi yaptığı fotoğraf seansı kazasız belasız bitti. Ulu Çoban ve tüm saray efradı da adını bile koymadıkları ürkütücü hayvanı kendi haline bıraktılar.

Sumatra kedisi, yeni yurdunu sahiplenmekte gecikmedi. Sarayın içinde ve dışında Pisi Çoban edasıyla dolaşıyordu. Bir gün bahçeyi kolaçan ederken bir köşeye büzülmüş, açlıktan kemikleri görünen cılız bir Mikronezya kedisi gördü. Biraz eğleneyim diye pazularını şişirip üstüne atladı ama atlamasıyla iki pençe yiyip yere yıkılması bir oldu.

Sumatra cengâveri, koşa koşa sarayın mutfağına döndü. Baş aşçıya miyav miyav derdini anlattı, yaralarını temizletti, sardırdı, kuvvet şurubu içti.

Birkaç gün sonra yine devriyeye çıktı. 

Bir de ne görsün? 

Cılız Mikronezya kedisi, bıraktığı yerde duruyor. Bu kez hasmına olanca ağırlığıyla saldırdı ama sonuç değişmedi. Sumatra’nın dev kedisi, birkaç saniye sonra cılız Mikron hemcinsinin şimşek hızında pençe darbeleriyle yeri öpmüş durumdaydı. 

Yıkıldığı yerden, “Ben besili, eğitimli, güçlü bir Sumatra kedisiyim” diye sızlandı. “Sense cılız bir Mikronezya kedisi. Beni nasıl dövebiliyorsun böyle?”

Adanın yerli kedisi, şöyle bir gerindi. Ağzını açıp esnedi ve: 

“Saptamalarının hepsi doğru” dedi tok bir miyavla. “Ama bir yanlışın var: Ben Mikronezya kedisi değil, Mikronezya aslanıyım!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları