Savaşmak için toplanıp savaşmaya koşullanan ama küçük muharebelerle yetinip topyekûn saldırıya geçemeyen tüm ordular gibi, vatanla ada karışımı “vadan” kıyılarında pinekleyen Mikron ordusuna da sıkıntı çökmüştü.
Ufuktan gelecek düşmanı gözleyen askerler, hareketsiz kalmaktan bunalmış, sinek avlamaktan bıkmış, neredeyse delirmek üzereydiler.
Mikronezya adasının belki de en yoksulları Ezilovski’ler, işsizlik ve parasızlık nedeniyle tüm erkekleri orduya gönüllü yazılan tek aileydi. Baba Bezgin Ezilovski çavuş çıkmış, beden eğitimi öğretmeni olarak iş bulamayan büyük oğulları Ezik onbaşı, sahile vuran çöpleri toplayan küçük oğulları Yazık da er olarak görev yapıyorlardı.
Geride bıraktıkları viran hanede kalan eş ve anne Ezgin Ezilovski, ne yer ne içer bilinmiyordu. Bir sabah, Çavuş Bezgin, Onbaşı Ezik ve Er Yazık’a Astsubay Tirit tarafından birincinin eşi, diğerlerinin annesi Ezgin Ezilovski’nin ortadan kaybolduğu haberi verildi.
Zaten kadıncağız aç mıdır, tok mudur, nasıl yaşar; askerde karınları az çok doyan kocanın da oğulların da pek umurunda değildi. Kaybolmasını aynı ilgisizlikle karşıladılar. Aradan birkaç hafta geçti. Astsubay Tirit, bu kez yalnız Çavuş Bezgin Ezilovski’yi yanına çağırdı. Oğullara boşuna umut vermemek için temkinli davranıyordu.
“Karının kaybolduğunu biliyorsun” dedi. “Merkez Karakol’dan haber geldi. Galiba bulmuşlar.”
Çavuş Bezgin, adına yakışır bir ilgisizlikle sordu:
“Ne demiş?”
“Hiçbir şey. Konuşmayı reddediyormuş.”
Çavuş Bezgin, dudağını büktü.
“Öyleyse benimki değildir!”