Gezi... Bu ülkenin neresi?

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Gezi’den birkaç hafta önce parkın içinden geçip Harbiye’ye doğru yürüyordum.
O sırada parkı Divan Oteli’nin ardındaki parçasına bağlayan eski köprünün yıkımı yapılıyordu.
Köprünün başında bir uyarı panosu vardı.
Üzerinde şiir gibi bir yazı:
“Tehlike. Derin boşluk. Uzak dur.”
Gezi patladığında o uyarı panosu benim için niyetini aşmış, hedefini şaşırmış tuhaf ve beklenmedik bir işarete dönüştü.
Peki, işaret ettiği tehlike ve boşluk kimin içindi?
O coşkulu günlerde iyimser kalabalık muhtemelen muhatabın iktidar olduğunu düşünürdü.
Peki, ya bugün?

***

Gezi sürecinde büyük umutlarla yükselen heyecan bu coğrafyadaki barışçıl direniş dilinin son nefesi, hatta ölüm iyiliğiydi.
Aklın ve cesaretin bu ülkeye düzenlediği soylu bir veda töreniydi.
Aradan dört yıl geçti ve o gün itiraz ettiğimiz, olmasından korktuğumuz, engellemeye çalıştığımız her şey ardı ardına başımıza geldi.
İktidarın vahşetine karşı direnmek için sokaklara çıkan ve karıncayı bile incitmeden hakkını aramanın yollarını zorlayan çoğu genç yığınla insanın aklı ve enerjisi, kalabalıkların aymazlığına ve umursamazlığına kurban gitti.
İnsan, taleplerini tanımlarken yaşadığı tereddütlerin bedelini ağır öder.
Neyi isteyip neyi istemediğini tam olarak, en doğru haliyle tarif etmediği an, tam da o isteklerinden kolayca sömürülür.
İktidar, geniş kitleleri, sahip çıkamadığı heyecanların, elinin tersiyle geri çevirdiği özgürlüklerin, kıymetini bilmediği ideolojilerin açtığı tehlikeli boşluklara hiç acımadan iter.
Gezi’deki o barışçıl ve inatçı heyecanı fikren onaylamakla yetinen;
Ama hayatını, değerlerini, önceliklerini o hareketin taleplerine göre değiştirebileceğini aklının ucundan bile geçirmeyen;
Tıpkı ataları gibi, korkuların ve tehditlerin gölgesinde her ne pahasına olursa olsun “güvenli” zannettiği bir hayatı sürüklemekten başka bir seçeneği olmadığına kanmış kalabalıkların ürkek tercihleri;
Vahşi ve gaddar bir iktidarın gözü pek eylemlerinden daha tehlikelidir.
Çağlar aynı hatalarla geçer ve o bir türlü öğrenmez;
Kaybetmekten korktuğu değerli şeyleri, her seferinde, onları elinde tutmak uğruna verdiği ödünler yüzünden kaybeder.

***

“Elimizde ne var bir bakalım: İktidar tarafından kimi susturulmuş kimi yönlendirilmiş bir basın... Bilgi kirliliğiyle aklı karıştırılmış geniş kitleler...
Cezaevlerine kapatılmış aydınlar...
Olan bitene isyan edip sokaklara dökülen çoğu genç binlerce insan...
Onları öldüresiye geri püskürtmeye çalışan gözü dönmüş bir polis gücü...
Ve bir türlü içinden çıkılamayan kocaman bir ‘Bundan sonra ne olacak’ sorusu...
Bu ülkede bundan önce de benzer şeyler yaşandı ve sonrasında hiçbir zaman ‘iyi şeyler’ olmadı.”
Bu satırları 3 Haziran 2013 tarihinde yazmışım.
Herkesin kalbinde coşkulu bir devrim rüzgârı eserken ve sokaklar henüz daha çok güzelken.
Gezi’den sonra gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmadı ve işin korkuncu “iyi” hiçbir şey de olmadı.

***

Hadi şimdi başınızı Gezi’nin o muhteşem ve eski fotoğraflarından kaldırın ve gerçeklere dikin;
Parkın etrafında akıp giden hayata, metrodan çıkanlara, karşıdan karşıya geçenlere, pastanelerde oturanlara, dilencilere, polislere, sivillere, turistlere, simitçilere....
Parktan alana bakıldığında görünenlere ve alandan parka bakıldığında hissedilenlere...
Sonra cevabı tehlikeli bir soru sorun kendinize:
Gezi.. Bugün tam olarak bu ülkenin neresi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları