İyi uykular, kendilerini vicdanlı sananlar

28 Nisan 2017 Cuma

Adı Barış; soyadı Yazgı.
Daha yirmi iki yaşında; dokuz çocuklu bir ailenin en küçüğü.
Vize alamadığı Belçika’ya gitmek için, kendi kaderini ve isteklerini savaştan kaçan Suriyeli mültecilerinkine ekleyip, Çanakkale’den Midilli’ye doğru gizlice açılmış denize bir gece.
Bindiği bot batmış; o da ölmüş diğerleriyle.
Diğerlerinin kim olduğunu, hangi hayallerle yola koyulduğunu bilmiyoruz, onlar sadece sayı.
Eğer kucağında bir keman, kutusunda da notalar olmasa Barış’ın da kim olduğunu bilmeyeceğiz, hikâyesini vicdanımızı iki reklam arası geçici acılarla oyalayan medyadan hiç öğrenemeyeceğiz.
Cesedi kemanına sarılı bulunmuş suda...
Şu anda onun o güzel yüzünün fotoğraflarına acıyla bakıyoruz;
Ve bir konserde keman çalarken çekilmiş görüntülerini içimiz ezilerek izliyoruz.
Bu ülkeden kaçmak isteyen ve boğulurken bile kemanına sarılan bir gencin kısacık hayat öyküsünde biz de vicdanımıza kısa süreli bir rol biçiyoruz.
Ama geçecek.
Şu anda onun trajedisinde hüzünle şakıyan kuş, geldiği göklere geri dönecek.
Tıpkı Aylan bebeğin ardından tuttuğumuz yas gibi, bu yas da çabucak bitecek.
Ve biz o denizlerde ölen isimsizlerle ilgili iki satırlık haberleri, yine eskisi gibi, okumadan geçeceğiz.
Gerçeklerden damıtılan ve medya tarafından vicdanımıza servis edilen sert masallar, düzeni değiştirmek için hiç işe yaramazlar.
Sadece bizi, hikâyesi ‘albenili’ olduğundan vitrine konan ve asıl meseleyi gölgeleyen trajedilerin ‘hevesli’ tüketicisi kılarlar.
Sayfayı çevirip, kanalı değiştirip savaş haberlerinden magazin haberlerine kolayca atlarız.
Sosyal medyadaki itirazlarımızın sosyal hayatımızda karşılığı olmamasından en ufak bir utanç duymayız.
Bizim bu titrek ve köksüz duygularımız, onaylanmış ve kolektif bir vahşetin önünü açar.
Savaşlara ait kötülüklerin gücü, bize servis edilen bu trajedilerde azalacağına, arttıkça artar.
Vicdanlarımızın, bazen genç bir kemancının ölümüne, bazen de küçük bir çocuğun yüzükoyun kıyıya vuran bedenine eklenen havai bir acıda oyalanmasına itiraz etme güdümüz zayıfladıkça;
Neye üzülüp neye üzülmeyeceğimizi, neyi önemseyip neyi önemsemeyeceğimizi vicdanımız ya da aklımız değil, doğrudan medya belirlemeye başlar.
Biz sabah işlerimize giderken arabalarımızda emniyet kemerini takarak ve oylarımızı sandıklara istikrar uğruna atarak kendimizi güvende sanmakla yetiniriz.
Bu arada... Birtakım kıyılarda... Kadınlar ve erkekler, kucaklarında çocuklar, yanı başlarında yaşlılar, çıplak toprağa çömelirler ve son bir sigara yakarlar.
Tüm ağırlıkları geride bırakır ve en hafif halleriyle küçücük bir bota doluşurlar.
Biz uyuruz. Onlar yola çıkarlar. Biz uyuruz. Onlar boğulurlar.
Satılan ve alınan silahlar, açık ve gizli anlaşmalar, aslen kimsenin olmayan toprakların üzerindekileri ve altındakileri küstahça paylaşanlar, bizim uykularımıza güvenerek sinsi planlar yaparlar.
Adına devlet denen canavarların hadsiz hayallerine kurban giden insanlar...
Denizde ve karada ve denizde ve karada, biz uyurken yataklarda, art arda boğulurlar sularda.
Sonra içlerinden birinin hikâyesini, en sert ve cazip haliyle çekip çıkarır medya.
Bir kemanın romantikliğinde.. Bir cesedin ufaklığında... Bir yazgının hoyratlığında... Bir barışın imkânsızlığında...
Kısa süreliğine üzülürüz; sonra geçer.
Ta ki dramatize edilebilecek öykülerle dolu yeni bir ölüm haberi gelene kadar.
İyi uykular, kendilerini vicdanlı sananlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları