Olaylar Ve Görüşler

Beklenen yargı reformu ne getirir?

03 Ağustos 2019 Cumartesi

Gerçekleşmesi TBMM’nin yeni çalışma dönemine sarkan yargı reformu tasa­rısına iktidar çevrelerinden büyük umutlar beslendiği gö­rülmekte ve bu reform çalış­ması ile yargının önemli iv­me kazanacağı ileri sürül­mektedir. TBB Başkanı, Sa­yın Feyzioğlu da gerçekleşe­cek yargı reformunun daha önce alkışlanan strateji ra­poruna karşı çıkanlara, ya­ni bizlere reformun getirdiği başarıların “kapak” olacağını belirtmektedir.
Bilindiği gibi “reform” söz­cüğü ıslahat, yeniden düzen­leme, yeniden şekil verme anlamına gelmektedir. Bu ne­denle yargıda yapılacak de­ğişiklikler için reform sözcü­ğünün kullanılmasıyla yargı­da köklü değişiklikler yapıl­mayacağı, değişikliklerin sis­temsel olmadığı, ağır aksak işleyen eski şekline bazı ye­nilikler getirileceği bu yeni­liklerin ise yargı sorunlarını çözmekten çok siyasi iktidarı tatmin edecek türden olduğu eldeki verilere göre şimdiden söylenebilir.

Yargıya güven yerlerde sürünüyor
Yapılan bütün anketle­re göre yargıya güven ora­nı yüzde 22 seviyelerine düş­müş iken 2019 yılında ba­zı anketçilere göre bu ora­nın yüzde 30’la ifade edilen rakamlara ulaşınca Adalet Bakanı’nın bu çıkıştan fazla­ca hoşnut olduğu gerçeği bi­le tek başına yargının için­de bulunduğu sorunları göz­ler önüne sermektedir. Yargı­ya güven oranının böylesine giderek yerlerde sürünme­ye başladığı yüzde 30’lu ra­kamların başarı sayıldığı bir ortamı düşünmek bile iste­meyiz, ama ne yazık ki yaşı­yoruz. Yargıya güvenin yüz­de 80’nin altında seyretme­si halinde o ülkede demok­rasinin alarm zillerinin çal­ması gerekir. Bizde bırakın alarm zillerinin çalmasını, bu durumdan hukuk kurum­larının, yüksek mahkemele­rin ve hukuk fakültelerinin rahatsızlık duymamış olması ve suspus oturmalarıdır ga­rip olan...
Demokrasimizin en temel sorunu “erkler ayrılığı” ilke­sinin yaşam bulması ve bu­na bağlı olarak da yargı ba­ğımsızlığı ve tarafsızlığının kâğıt üzerinden çıkıp uygula­maya geçmesidir. Bugün hu­kukumuzda “hukukun üs­tünlüğü ilkesi” yerine “otok­ratın emir üstünlüğü” ilkesi egemen ise hukuk devleti il­kesinden ve hukukun üstün­lüğü ilkesinden söz etme ola­nağı kalmayacaktır. Anaya­sanın ikinci maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hu­kuk devletidir. Anayasa Mah­kemesi de bir kararında hu­kuk devletini, “İnsan hakları­na saygılı ve hakları koruyu­cu, adil bir hukuk düzeni ku­ran ve bunu devam ettirmek­te kendisini yükümlü gören, bütün eylem ve işlemleri yar­gı denetimine bağlı olan dev­lettir” şeklinde tanımlamak­tadır. Kâğıt üzerinde yer alan bu tanım ne yazık ki eylem­de işlememektedir. Yargı re­formu denilen şey, bu çirkin­liği, hoyratlığı ve hak ihlalle­rini kaldırmak yerine, örte­cek, gizleyecek bir makyaj­dan öteye gidemeyecektir.
Bugün yargıçların özlük iş­lerini düzenleyen HSK’nin, yürütmeyi ve yasamayı de­netleyecek olan yüksek mah­kemelerin yapılanmasın­da bir değişiklik öngörülme­mektedir. Siyasi iktidar eli­nin altındaki yargı sistemi­nin böyle sürmesini istemek­te, “Partili Cumhurbaşkanı” yanında iktidar yanlısı adli ve idari yargıçlar monarşiye dönüşmüş sözde demokrasi oyununda olmazsa olmaz ko­şul olarak kalmaktadır.

Erkler hukuka bağlı olmalıdır
Bir hukuk devletinde erk­lerin ayrı olması da yetmez, ayrıca erkler hukuka bağ­lı olmalıdır. Yargı organları­nın, yürütmenin ve yasama­nın hukuka bağlı olup olma­dıkları ne yazık ki sorgulan­mamaktadır. Yargıçlar, ba­ğımsız olmalı ve bağımsızlı­ğı anayasal ve yasal güven­ce altına alınmalıdır. Hukuki güvenlik ilkesi geçerli olma­lı, yürütmenin yapacağı ey­lem ve işlemler önceden bili­nebilir olmalıdır. Yargı, başta düşünce özgürlüğü ve leke­lenmeme hakkı olmak üzere bütün klasik hakların koru­masını etkin bir biçimde yap­malıdır.
Bugün Anayasa Mahkemesi’ne yapılan birey­sel başvuru sayısının rekor düzeylere ulaştığından ya­kınılmaktadır. Yargı o den­li bozuk ve o denli güvenil­mez ki Anayasa Mahkeme­si hak ihlallerini denetleyici bir mahkeme olmaktan çık­mış, bir temyiz mahkemesi olarak başvuru yağmuruna tutulmuştur. Hatta AİHM de bu konuda yoğun ve gerek­siz başvurularla tıkanmış du­rumdadır.
Yargının sorunları aslın­da salt yasa eksikliğinden de­ğil, uygulayıcı eksikliğinden de kaynaklanmaktadır. Örne­ğin İstanbul Adliyesi’nde ba­zı savcıların bulunduğu ko­ridorlara avukatların girme­si yasaktır. Bu bölgelere kı­sıtlı bölge denilmektedir. Ya­sada böyle bir düzenleme bu­lunmamaktadır. Cumhuriyet başsavcısının emriyle savcı­ların bulunduğu koridorla­ra avukatların girmesi yasak­lanmış ve hatta müstahdem iznine tabi tutulmuştur. Bu yargı sisteminde avukatın adı yoktur. Savunma gereksiz sa­yılmış, işlevsizlik kılınmıştır.

Uydu erk yargı...
Yargımız hâlâ emirle, tali­matla, mesajla iktidar yanda­şı medya yönlendirmesi ile iş kotaran bir uydu erk görü­nümdedir.
Yargıya güvensizlik duru­munun siyasi iktidarın İstan­bul seçimini kaybetmesi süre­cine uzanan neden sonuç iliş­kisi reform gereksinimin si­yasi iktidarın çıkarlarından kaynaklandığı göstermekte­dir. Öyle ise iktidarın çıkar­larından kaynaklanan bir re­form hareketinin gene siya­si iktidarın başka çıkarlarına ters düşme olasılığı bulunabi­lir mi? İşin ve tek adam reji­minin doğasına ters bir bek­lenti olur ki, bu olmaz, köklü bir revizyon bile beklenemez.
Siyasi iktidar haklar ve öz­gürlükler adına geri çekilme­dikçe, gerçek bir demokra­si örneği sergileyerek yargıyı siyasetin arka bahçesi olarak kullanmaktan vazgeçmedik­çe yargı reformu yapılamaz ve yargı iyileştirilemez.
Bu durumda yargının nor­malleşmesini beklemek an­cak iktidarın değişmesi­ni beklemek demek olacak­tır. Daha alkışlayacağımız bir yargı reformu paketi ana rah­mine düşmedi.

AV. CELAL ÜLGEN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları