Kurtuluş Savaşı Yıllarında Toplanan Saltanat Şuraları - Prof. Dr. Hakkı UYAR
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

Kurtuluş Savaşı Yıllarında Toplanan Saltanat Şuraları - Prof. Dr. Hakkı UYAR

10.08.2020 07:00
Güncellenme:
Takip Et:

1876 yılında kabul edilen Kanunu Esasi ile birlikte 1920 yılına kadar Osmanlı Devleti’nde aralıklı olarak da olsa işleyen sistem anayasal monarşi idi; yani diğer adıyla meşruti demokrasi/meşruti monarşi idi. 1878’de II. Abdülhamit “tatil”e çıktıktan sonra parlamentoyu bir daha toplantıya çağırmadı.

1908 yazında, aradan 30 yıl geçtikten sonra İttihatçı subayların Balkan topraklarında ayaklanıp dağa çıkması üzerine tekrar parlamento toplantıya çağırıldı. 1876 Anayasası’na göre parlamentonun Kasım başında açılıp Mart başında kapanması Padişah kararıyla oluyordu (madde 43).

II. Abdülhamit, iki kanattan oluşan (Mebusan Meclisi ve Ayan Meclisi) Meclisi Umumi’yi 30 yıl boyunca tatilden geri çağırmadı. Dolayısıyla bir dağıtma söz konusu değildi; “tatil”den geri çağırmama söz konusuydu. Anlaşılan kısa süreli bir meclis bile çoğulcu yapısıyla bir hayli rahatsızlık yaratmıştı.

İttihatçılar iktidara gelince, 1909’da padişahtan Meclis’i feshetme yetkisini alsalar da, güç kendilerine geçince tekrar padişaha geri verdiler; ihtiyaç anında kullanmak üzere… Bu yetkiyi Mütareke dönemi diye tanımlanan dönem (Mondros’tan Mudanya’ya, 1918-1922) içerisinde Vahdettin iki kez kullandı.

Birincisi Aralık 1918’de, ikincisi Nisan 1920’de… Mondros sonrasında ağırlıklı olarak İttihatçılardan oluşması gerekçesiyle dağıtılan parlamento, Sivas Kongresi sonrasında Anadolu’daki direniş hareketinin baskısıyla yeniden toplanmış; Misak-ı Milli’yi kabul etmişti. Ancak bu da onun sonunu getirmişti.


BAĞLAYICILIĞI YOK 

Mondros sonrasındaki dönem, olağanüstü şartların yaşandığı bir dönemdi. Mondros ile ordunun silahlarına el konulmuş ve dağıtılması gündeme gelmişti. Bu, hem işgallerin habercisi ve hem de Sevr’in kapıda olduğunun göstergesiydi.

Dönemin iki olağanüstü gelişmesi karşısında parlamentonun olmadığı ortamda kamuoyunun tepkisini yumuşatmak, ağır sorumluluğun bedelini daha geniş bir kesime yaymak amacıyla iki kez Saltanat Şurası toplandı. Birincisi İzmir’in Mayıs 1919’da Yunanistan tarafından işgalinin hemen ardından, ikincisi ise Sevr Barış Antlaşması’nın hemen öncesinde, Temmuz 1920’de Saltanat Şurası toplantısı yapıldı.

Her iki toplantı da Damat Ferit Paşa’nın sadrazamlığı döneminde yapıldı.

Her iki Saltanat Şurası da önde gelen devlet adamlarının ve toplumun önde gelen isimlerinin katılmasıyla gerçekleşti. Şura, bir istişare yani bir danışma görevi gördü. Bağlayıcı bir niteliği yoktu. Parlamentonun olmadığı ortamda bazı eski Ayan Meclisi üyelerinin de katılımıyla gerçekleşti. Dolayısıyla üst düzeyde asker-sivil bürokratların katıldığı Saltanat Şurası, geçmişteki meşveret meclislerinin bir devamı gibiydi.

İKTİDAR KENDİ DERDİNDE

Mütareke dönemindeki birinci Saltanat Şurası, İzmir’in işgalinin (15 Mayıs 1919) hemen sonrasında 26 Mayıs 1919’da toplandı. Yıldız Sarayı’nda Vahdettin’in çağrısıyla yapılan toplantıya 131 kişi davet edildi. Bunlar arasında bakanlar, Ayan Meclisi üyeleri, çeşitli parti ve derneklerin temsilcileri, üniversite ve basın mensupları ile ticaret odasından davet edilenler vardı.

Davetlilere toplantının sadece danışma amaçlı olduğu, Padişah tarafından açılacağı ve Sadrazam tarafından yönetileceği bilgisi verildi. Padişah açılış konuşmasını yaptıktan sonra toplantıdan ayrıldı. Padişah ve hükümeti, kendilerini İngilizler başta olmak üzere İtilaf Devletlerinin kollarına bırakarak, devleti, daha çok da kendi iktidarlarını kurtarmanın peşindeydiler.

Muhtemelen hayal ettikleri 1853 Kırım Savaşı’nda ve 1878’de Ayastefanos Antlaşması yerine Berlin Antlaşmasını koyarken İngiltere ve Fransa gibi devletlerden sağladıkları desteği tekrar elde etmekti. Oysa köprünün altından çok sular akmıştı. Kapıda 1683 Karlofça Antlaşmasından çok daha ağır antlaşma, Sevr Barış Antlaşması vardı. Mondros Ateşkes Antlaşması ve İzmir’in işgali göstere göstere Sevr’i haber veriyordu.

Saltanat Şurası’ndan çaresiz ve direnişi hiç aklına getirmeden, teslimiyetçi bir şekilde ayrılan Vahdettin’in Şuradan çıkışta gözlerinden iki damla yaş süzülmüş ve “Karılar gibi ağlıyorum” diye dert yanmıştı (aktaran Ali Fuat Türkgeldi).

Bu noktada İstanbul’daki teslimiyetçi kesim ile Anadolu’daki direnişçiler arasında dağlar kadar fark vardı. Üstelik İstanbul’daki iktidar çevreleri işgale karşı çıkmadıkları gibi ihanet noktasına da geldiler. Kurtuluşun İstanbul’da olmayacağını görenler de kurtuluş çareleri aradıktan sonra Anadolu’ya geçeceklerdi. Şura’da padişah ve hükümete direniş yanlısı karar aldırılamayacağı açık bir şekilde görülmüştü.

Şura’da hükümete yönelik eleştiriler getirilse de, bağlayıcı bir karar almak mümkün değildi. Çünkü Şura danışma amacıyla toplanmıştı. Daimi bir niteliği ve bağlayıcı bir karar alma imkanı yoktu. Bu nedenle de İzmir’in işgali sonrası toplanan ilk saltanat şurasında hiçbir karar alınamadı; bu haliyle tam anlamıyla dostlar alışverişte görsün mantığıyla toplandığı ve başarısızlıkla sonuçlanan bir toplantı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

İkinci Saltanat Şurası ise imzalanması gündeme gelen Sevr Barış Antlaşması nedeniyle toplandı. 22 Temmuz 1920 tarihinde toplanan Şura, 10 Ağustos 1920’de imzalanacak olan Sevr Barış Antlaşması’nın içeriğinin görüşülmesi amacıyla Osmanlı devlet adamlarını bir araya getirdi. Sevr, yenilen devletlerin imzaladığı barış antlaşmaları içerisinde imzası en sona kalan barış antlaşmasıydı.

Çünkü pazarlıklar çetindi; önce Paris Barış Konferansı’nda görüşülmüş sonra da San Remo Konferansı’nda son şekli verilmişti. Taslak 10-11 Mayıs 1920 tarihinde Paris’te Osmanlı Hükümeti temsilcilerine teslim edilmişti. Türk tarihinin en ağır antlaşması olan Sevr metni İstanbul hükümeti ve yandaşlarına bile ağır gelmişti. Ancak onlar yine de antlaşmayı imzalamaktan başka çare göremiyorlardı.

Zaman içerisinde İngiltere’ye yaltaklanarak antlaşmayı hafifletmek gibi bir hayale kapılmışlardı. Direnmek ve Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek akıllarından bile geçmiyordu. Hatta direnişin İtilaf Devletlerinin kızgınlığını çekeceği, elde kalanların da gideceği –elde ne kaldıysa?- endişesi içerisindeydiler.

İTİLAF DEVLETLERİNDEN SERT YANIT

Osmanlı Hükümeti, kendilerine verilen antlaşma taslağını incelemek için bir komisyon oluşturdu. Komisyondan gelen bilgiler doğrultusunda ve antlaşmayı yumuşatmaya çabalayan bir cevap metni İtilaf Devletleri temsilcilerine verildi. İtilaf Devletleri temsilcilerinin verdiği cevap sert oldu.

Antlaşmanın ya 10 gün içerisinde olduğu gibi imzalanmasını ya da Türklerin Avrupa’dan sonsuza kadar kovulacağı yanıtını verdiler. Damat Ferit Paşa ağır antlaşma koşullarının sorumlusu olarak İtilaf Devletlerini değil, Anadolu’daki direniş hareketini gördü.

Damat Ferit’e göre, Anadolu’daki direniş İtilaf devletlerini kızdırmıştı. Ancak yine de antlaşma imzalanmalıydı.

Antlaşmasının toplumsal onayını ve kitlesel desteği sağlamak adına Saltanat Şurasının toplanmasına karar verildi. Aslında daha önce de değindiğimiz gibi şuranın yasama yetkisi yoktu; bir danışma organıydı ve sorumluluk sahibi değildi.

İlave olarak daimi bir kurul/meclis işlevi de yoktu. Üstelik Kanunu Esasi’nin 7. Maddesine göre, düveli ecnebiye ile muahedat akdi ve harb ve sulh ilânı ve kuvvei berriye ve bahriyenin kumandası ve harekatı askeriye” (özetle antlaşma imzalama, savaş açma, barış yapma ve orduya kumanda etme) yetkisi Padişaha aitti.

Dolayısıyla Sevr’in Osmanlı Parlamentosunda onaylanmadığı için geçersiz olduğu iddiasının hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır. Ayrıca Mondros sonrasında ortaya çıkan işgaller açık bir şekilde göstermiştir ki, Sevr imzalanmadan önce bile Osmanlı devleti parçalanmış; elinde sadece 600 yıl önce Osmanlı Beyliğinin kurulduğu topraklar kadar bir toprak parçası kalmıştı.

SEVR VE LOZAN

Saltanat Şurası’nda Padişah Vahdettin’in de katılımıyla onaylanan antlaşma, 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Hükümeti temsilcileri tarafından Fransa’nın Sevr kasabasında imzalandı.

Sevr’i geçersiz kılan, İstanbul Hükümeti ve Padişahın karşı çıktığı ve önlemek için elinden geleni yaptığı zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı ve Sevr’in yerini alan Lozan Barış Antlaşması olmuştur. 100. Yılında Sevr’i unutmamak, Kurtuluş Savaşı yıllarında toplanan saltanat şuralarının da teslimiyetçilikten öteye geçemediğini, direnişi ve Kurtuluş Savaşı’nı destekleyecek bir kimliğe bürünemediklerini üzülerek söylemek gerekir.

Sevr’i önemsiz ve yok sayarak, Lozan’ı küçümsemeye kalkmanın bir anlamı da yoktur, bir faydası da yoktur.

PROF. DR. HAKKI UYAR

KAYNAKÇA: 

Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri Cilt I (Osmanlı İmparatorluğu Andlaşmaları), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1953.

Süleyman Kani İrtem, “Tarihten Sahifeler: Saltanat Şurası”, http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/45462/001641671010.pdf?sequence=1&isAllowed=y (son erişim tarihi: 6 Ağustos 2020).   

Seha L. Meray-Osman Olcay, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması İlgili Belgeler), Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara, 1977.

Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, TTK Yayınları, Ankara, 2010.

Kemal Yakut, “Mütareke Dönemi’nde Yapılan Saltanat Şuraları”, https://www.atam.gov.tr/wp-content/uploads/Kemal-YAKUT-M%c3%bctareke-D%c3%b6neminde-Yap%c4%b1lan-Saltanat-%c5%9e%c3%bbralar%c4%b1.pdf (son erişim tarihi: 6 Ağustos 2020).  

https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1876-k%C3%A2n%C3%BBn-i-es%C3%A2s%C3%AE/ (son erişim tarihi: 6 Ağustos 2020).  


Yazarın Son Yazıları

Çağdaşlık yolunda bir ömür - Hüseyin Karataş

Çağdaşlık eksikliğine ve dokunulmazlara dokunan sevgili hocam Prof. Dr. Türkan Saylan...

Devamını Oku
13.12.2025
Geleceğin savaş alanı, Türkiye ve Karadeniz - Doğu Silahçıoğlu

“Erken Cumhuriyet dönemi”nde (1923-1938) savunma sanayisindeki gelişmeler Türkiye’yi; başta uçak olmak üzere harp silah araç gereçlerinde dış satım yapan bir ülke konumuna getirmişti.

Devamını Oku
12.12.2025
Gençlik MESEM’den büyüktür - Kaan Eroğuz

AKP iktidarı tarafından 2016 yılında örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınan mesleki eğitim merkezleri (MESEM), çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasında ve “kurumsallaşmasında” kritik bir rol oynuyor

Devamını Oku
12.12.2025
İnsan onuru ve demokrasi - Ayşe Atalay

TDK sözlüğünde “onur” kavramı insanın kendisine karşı duyduğu saygı olarak tanımlanıyor.

Devamını Oku
11.12.2025
Komisyonda emekçinin adı yok - Şükrü Karaman

Milyonlarca emekçinin yeni ücrete ilişkin alacağı kararı merakla beklediği Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarına yarın başlayacak.

Devamını Oku
11.12.2025
Karadeniz’de neler oluyor? - Can Erenoğlu

Dünyanın en güvenli ve istikrarlı denizi Karadeniz dünyanın en tehlikeli deniz alanına mı dönüştürülüyor?

Devamını Oku
10.12.2025
Gelir adaletsizliği tırmanıyor! - Devrim Onur Erdağ

Türkiye'de emeğin değeri uzun zamandır siyaset meydanında sıkça dile getirilen bir konu.

Devamını Oku
10.12.2025
Yeni feodal çağ ve dijital baronluk - Doğan Sevimbike

Yanis Varoufakis’in No Kings Means No Barons başlıklı yazısı, çağımızın ekonomik ve siyasal düzenini “yeni bir feodalizm” olarak niteliyor.

Devamını Oku
09.12.2025
Erdoğan’ın 2005’teki hayalleri - Kadir Serkan Selçuk

Yıl 2005. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem henüz el konmamış olan Sabah gazetesinin 20. kuruluş yıldönümü için gazeteye bir yazı yazmıştı.

Devamını Oku
09.12.2025
Terörist başının ayağına gitmek... - Hatice Topçu

Ulus devletler; tarih bilinci, ortak coğrafya ve dil birliğine dayanır.

Devamını Oku
08.12.2025
‘Kırkyama’ siyaset… - Prof. Dr. Utku Yapıcı

Türk siyasetinde son yıllardaki en ilginç gelişme siyasi kimlikler düzleminde yaşanıyor.

Devamını Oku
08.12.2025
Çocuklarımız artık kimsesiz mi? - Özgür Hüseyin Akış

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında söylenmiş bir cümle hâlâ kulaklarımızda çınlar:

Devamını Oku
07.12.2025
Çözüm mü, çözülme mi? - Ülgen Zeki Ok

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki kirli emellerinin önündeki en büyük engel olan Atatürk’ü Türk halkının yüreğinden söküp atmak, yani öldürebilmek için bir gri propaganda yöntemi uyguluyor.

Devamını Oku
06.12.2025
Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025
Türkiye Araf’ta - Gani Işık

Şimdilerde Türkiye’ye bir hal oldu; Cumhur İttifakı, İmralı ile hemhal oldu.

Devamını Oku
25.11.2025
Öğretmenim, canım benim! - Duran Güldemir

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün anlamını ve önemini anlatmak için söylenecek çok söz var elbette ancak Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin bu dizeleri sanki bir başka söze gerek yoktur der gibi derin bir duygusallık içine sürüklemektedir bizi.

Devamını Oku
24.11.2025
Uçak kazasının düşündürdükleri... - Cumhur Utku

Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen askeri uçağımızla ilgili bir tanımı düzeltelim

Devamını Oku
22.11.2025
Türkiye’de şap hastalığı neden hâlâ bitmiyor? - Gülay Ertürk

Türkiye’de hayvancılığın en büyük sorunlarından biri, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ kontrol altına alınamayan şap hastalığıdır.

Devamını Oku
21.11.2025
Bir döneğin anatomisi - Çiğdem Bayraktar Ör

Dün söylediğini bugün unutuyor; hayır, unutmuyor; “Dün söylediğini yutuyor”!

Devamını Oku
21.11.2025
‘Ot otlayanlar’dan bugüne - A. Celal Binzet

Günümüzün yakıcı sorunlarından birisi olan vergi, bozuk sistemin ana nedenlerinin başında geliyor.

Devamını Oku
21.11.2025
Dünya Çocuk Hakları Günü - Recep Nas

Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme, 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Devamını Oku
20.11.2025
CHP'nin iktidar kurultayı - Ziya Yergök

Türkiye’nin kurucu ve birinci partisi, iktidarın en güçlü adayı CHP, 28- 30 Kasım tarihlerinde 39. olağan kurultayını yapacak.

Devamını Oku
20.11.2025
Güvenlik kültürü üzerine - Gazi Zorer

Ülkemizin büyük kısmı aktif deprem kuşağında ve sıklıkla depremi yaşıyoruz ama esaslı bir deprem master planımız yok.

Devamını Oku
19.11.2025