Olaylar Ve Görüşler

Şiddetin Zihinsel Altyapısı

27 Şubat 2015 Cuma

Özgecan Aslan’ın öldürülmesi ile tekrar gündeme gelen kadına karşı şiddet olgusu, toplumsal yaşamı erozyona uğratan ve siyasa tarafından da bizzat teşvik edilen şiddet kültüründe kadına biçilen değerin dışavurumudur.

Şiddet kültürü içerisinde yer alan kadına atfedilen “değer”sizlik dolaylı ve dolaysız yollardan toplumsal yaşamın hemen her alanına aktarılarak ete kemiğe bürünüyor. Bu “değer”sizlik aktarımını çalışma hayatı, aile, eğitim, istihdam fırsatları, toplumsal yaşam gibi pek çok alanda gözlemlemek mümkün. Nitekim bu gibi alanlarda yapılan sistematik gözlemler, adına toplumsal cinsiyet (gender) denilen ve zengin bilgi birikimi ile toplumlardaki cinsiyet temelli statükoyu açığa çıkarıp sorgulayan bir disiplini de ortaya çıkarmış bulunuyor.

Bilişsel psikoloji
Konunun ayrıntıları bir nefeste anlatılmayacak kadar derin. Ancak bu konulardan bir tanesi var ki bu değersizleştirme sürecinde kanaat liderlerinin ve siyasilerin oynadıkları dolaylı rolleri bilimsel olarak da gözler önüne seriyor. 1970’li yıllardan sonra gelişen ve psikoloji alanında geleceğin bilimi olarak da tartışılan “bilişsel psikoloji”, davranışın nedenini zihinsel süreçlerle açıklıyor.
Bu yaklaşıma göre, birey çevresinden edindiği bilgiyi kullanarak gerçek dünyanın zihinsel ve sembolik bir modelini kuruyor ve zihnindeki bu modele uygun olarak davranıyor. Bilişsel kuramın bir uzantısı olarak nörotik duygu ve davranışlarımızın gerisinde de kendimiz veya başkalarıyla ilgili düşünce tarzlarının olduğunu gösteren pek çok araştırma mevcut.
Örneğin bir grup araştırma, “yeteneksizim sevilmeyi hak etmiyorum, sevilmek için mükemmel olmak gerekir gibi” kendini değersiz gören düşünce biçimlerinin depresif duygu ve davranışlarla ilişkili iken, “hata yapan cezayı hak eder” gibi bir varsayımın öfke ve şiddet içeren davranışlara yön veren otomatik düşünce tarzı olduklarını gösteriyor (Greenberg, 2007). Otomatik düşünce tarzlarının pek çok şekli ve içeriği var. Bu tür inanç ve düşünceler rol modellerini de içeren çevremizle kurduğumuz ilişkiler sırasında gelişiyorlar. Başkalarına karşı duygu ve davranışlarımızı irademiz dışında başlatıp yönlendiren zihinsel modeller olarak görev yapıyorlar. Böylelikle “bilişsel” yaklaşım her patolojik davranışın altında patolojik bir düşünce ve inanç sisteminin bulunduğunu savunuyor ve kendi yöntemleriyle de bunu kanıtlıyor.

Toplumsal düzeyde bilişsel altyapılar
Bilişsel altyapılar toplumsal düzeyde de ele alınabiliyor. Örneğin Yahudi soykırımı ya da İslamofobiye yön veren düşünce sistemlerini sosyalize eden süreçlerde eğitimin, siyasilerin ve kanaat liderlerinin rollerini açıklayan çalışmalar toplumsal patolojilere de ışık tutuyor.
Benzeri şekilde “Müslüman gençlik” yetiştirme hevesindeki siyasi iktidar ve onların sesi olmaya çalışan kanaat liderlerinin pazarladıkları kadına ilişkin görüşleri “namuslu iyi kadın tanımları” dışında kalanlara karşı şiddet kullanılmasını haklı çıkaracak “ilkel beyin” mekanizmalarını harekete geçiriyor.
Örneğin gündem değiştirmek gibi bir amaca hizmet eden dolayısıyla muhtemelen bir “üst beyin” kurgusuyla söylenmiş olabilecek “kadınlar sokakta yüksek sesle kahkaha atmamalıdır” ifadesi birtakım insanların duygularından sorumlu ilkel beyinlerine hitap ediyor. Sonuç, gülen kadınların ahlaksız olduğu ve her türlü kötü davranışı da hak ettiği yönünde gelişiyor. Kadına karşı şiddet eylemlerinin çoğunda -maalesef kimi kadınlarca da savunulan- bu tür patolojik düşüncelerin izleri bulunuyor.
“Mini etek giyen kadınlar laik, yozlaşmış erkekler tarafından tecavüze uğrarlar”, “kadın kuyruğunu sallamazsa erkek gelmez”, “ekonomi iyileşti, kadınlar artık evde oturabilir”, “annelik en kutsal meslektir, kadınlar evde oturmalıdır” gibi, erkek egemen değerlerle yüklü aktarımlar ve yine kadınlara ilişkin kimi din adamlarının dillendirdikleri hurafeler, sahte hadisler; aslında kadını küçümsemeleri, bedeni, sosyal statüsü, görünüşü ya da davranışları üzerinde hak sahibi olduklarını iddia etmeleri açısından kendi içlerinde psikolojik ve sözel şiddet unsurları da taşıyor.

Paralel davranma cesareti
Bu tür sapkın düşüncelerin kimilerince “önemli” kişiler tarafından sürekli pompalanması bu zihniyetlere paralel davranma cesaretini arttırıyor, bu tür davranışları da bir yerde meşru kılıyor. Böylelikle başta siyaset iklimi ve bu iklimden beslenen kimi kurumlar kadınlara karşı şiddetin zihinsel zeminini oluşturuyor, adeta suça azmettiriyor. Kadınların sosyal yaşamda maruz kaldıkları travmatik olaylar yıllardır kadınlar üzerinden gerçekleştirilen bir kültürel dönüşüme de ivme kazandırarak ikincil bir yarar sağlıyor. Sokaktan korkan kadın eve kapanıyor, ne kadar kapalıysam o kadar namusluyum yarışına girebiliyor, kendini güvende hissetmek için kapanıyor. Eğitim, ulaşım araçları, sosyal mekânlar, sağlık kamu hizmetleri kadınları erkeklerin hışmından koruyacak biçimde ayrımcılık temelinde yeniden düzenleniyor.

Pembe otobüs koruyucu mu?
Bu nedenledir ki “pembe otobüs” benzeri kadınları koruyucu tedbirler bu ülkede yıllardır sürdürülegelen ince oyuna katkı sağlamak dışında bir çözüm olamaz. Suudi Arabistan’da da bu koruyucu mantıkla kadınların araba kullanması yasaktır, çünkü ıssız yollarda erkeklerin tecavüzüne uğrayacakları düşünülür!
Öyleyse bu kâbustan kurtuluş umudu, eğitimle, siyasi liderleriyle, yasal düzenlemeleriyle, sivil toplum hareketleriyle testosteron kontrol edip frontal loblarını kullanabilmeyi öğrenmek zorunda kalan erkeklerin çoğaldığı, eşitlikçi bir toplum yaratma kararlılığındaki erkek ve kadınlardadır. Bir toplumun gelişim düzeyini belirleyen erkeklerin zihinsel haritalarının derinlerinde yatan, kadına bakış açılarıdır.

Prof. Dr. TÜLAY BOZKURT  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları