Örsan K. Öymen

Eko-sistem mi, Ego-sistem mi?

12 Ağustos 2019 Pazartesi

MÖ 8. yüzyılda yaşamış olan Homeros’un destanlarında bile adı geçen Kaz Dağları’nda (İda Dağları) yaşanan doğa ve çevre katliamı, insanın doğa karşısında ne kadar acımasız olabileceğini bir kez daha gösterdi.
Ormanlardaki yeşili gördüğünde ağaçların yeşilini değil, sadece ABD Doları’nın yeşilini görecek kadar ruhsuzlaşmış bir insan, baştan sona sorgulanmalı, bu sorgulanma süreci sonrasında da titreyip kendisine gelmelidir.
Sorun temelde, insanın doğayla ilişkisini belirleyen ahlaki bir sorundur. Bazı insanlar için doğa, kendi çıkarları için sömürülmesi ve gerektiğinde katledilmesi gereken yabancı ve dışsal bir nesnedir. Bu insanlar, doğaya karşı bir yabancılaşma duygusu içindedirler ve onlarda doğa sevgisi diye bir şey yoktur. Bu insanların ruhunu, bencillik duygusu ve kişisel çıkar kaygısı esir aldığı için, onlarda insan sevgisi de yoktur, hayvan sevgisi de yoktur, doğa sevgisi de yoktur. Bu insan türü, eko-sistemin değil, ego-sistemin bir parçasıdır.
Bazı insanlar için ise doğa insanın dışında yabancı bir nesne değildir, insan doğanın bir parçasıdır, insan doğayla bütünleşmiştir, insan doğa sayesinde var olmuştur ve doğa sayesinde varlığını sürdürmektedir. Bu insanlar doğaya bir hayranlık ve sevgi duygusuyla yaklaşırlar, kendi egolarını, doğanın üzerinde görmezler. Doğanın kurtulması ve varlığını sürdürmesi, bu tür insanların sayısının artmasıyla ve siyasi karar mekanizmalarında etkin hale gelmesiyle olanaklıdır. Sorunun tabii ki ekonomik boyutu da vardır.
Sorun sadece felsefenin ve psikolojinin konusu değildir. Egolojiden bağımsız olarak ekoloji alanında mesafe alınamayacağı gibi, ekonomiden bağımsız olarak da ekoloji konusunda bir mesafe alınamaz. Sonuçta doğanın ve çevrenin katledilmesi, ekonomik gerekçeler gösterilerek gerçekleşmektedir. Üretim biçimlerinden bağımsız olarak ekoloji konusu ele alınamaz.
Nitekim, doğanın günümüzde olduğu gibi yoğun ölçekli bir biçimde katledilmesi, 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’nden ve sanayi tarzı üretimin başlamasından itibaren geçerli olan bir durumdur. Bu devrime 20. ve 21. yüzyılda teknoloji devrimi de eklenmiştir. Tarımsal üretimin gerilemesi, onun yerine sanayi ve teknoloji alanlarında üretimin yaygınlaşması, doğanın ve çevrenin katledilmesinin başlıca nedenleri arasında yer almaktadır. Sanayi tarzı üretimin ve bazı sanayi-teknoloji ürünlerinin kullanımı sonucunda oluşan gazların neden olduğu küresel ısınma, sanayi-teknoloji alanındaki üretimin sonucunda ortaya çıkan atıklarının suyu, havayı ve toprağı kirletmesi, yeşil alanların betonlaşması ve çarpık yapılaşma, insanlığın karşı karşıya olduğu en önemli doğa ve çevre sorunları arasında yer almaktadır.
Bu nedenle, tarımsal üretimden vazgeçilmemeli, tarımsal üretim desteklenmeli, sanayi ve teknoloji alanındaki üretim süreci de, doğa ve çevre dostu teknolojiler ve mühendislikler ile denetlenmeli ve desteklenmeli, sanayi ve teknoloji alanındaki yatırımlar, çevre teknolojileri ve çevre mühendisliği dışlanarak gerçekleşmemelidir.
Türkiye’deki durum ise ekonomik üretim biçimlerine de bağlı olarak, çarpık yapılaşma, betonlaşma ve yok edilen yeşil alanlar açısından, dünyanın en kötü örnekleri arasında yer almaktadır. Çünkü Türkiye’de tarımsal üretim tamamıyla gerilediği gibi, sanayi ve teknoloji alanındaki üretim de son derece yetersizdir. Türkiye’de ekonomi, bir yandan turizm ve bankacılık gibi hizmet sektörlerine, bir yandan da, inşaat ve madencilik sektörleri üzerinden, arsa-emlak rantçılığına ve hazine avcılığına indirgenmiştir.
Yaşadığımız bu doğa ve çevre katliamları aslında, sadece insan dayatmasıyla doğanın ve çevrenin değil, ekonominin de iflas ettiğinin en büyük göstergelerinden birisidir. Bu doğa ve çevre katliamları aslında, sadece bencil insanın değil, aynı zamanda tembel insanın, elinde kalan son şey olan doğa mirasını talan etme hikâyesidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İsrail-İran savaşı 15 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları