Paris - Ankara...

16 Temmuz 2013 Salı

Paris’te 224 yıl önce “kral”a karşı Fransız halkının ayaklanması, pazar akşamı Ankara’da da kutlandı.

Paris Caddesi’ndeki Fransız Büyükelçiliği binasının ağaçlarla çevrili bahçesi bu tür kutlamalar için çok uygun. Hele o saatlerdeki günbatışı da bir başka doğa güzelliği…
Anımsarım, 60’lı yılların sonunda Fransız Dışişleri Bakanlığı, Ankara büyükelçisini Nev York Birleşmiş Milletler temsilciliğine atamıştı. Bilirsiniz Fransa, Güvenlik Kurulu’nun beş daimi üyesinden biridir. Bu terfiin önemi daha da açıktı!
Ancak eşi, üzgün olduğunu bana
“Bizim bakanlıkta hiç düşünce yok. İnsan sonbaharda Ankara’dan Nev York’a atama yapar mı? Ankara’nın en güzel mevsimi sonbahardır. Sonbaharda da gün batışı bambaşka güzel olur…” dedikten sonra, bahçesinde batan güneşin güzelliğini göstermişti.

 

***


 

O konuşmamızda henüz ilkokul öğrencisi olan Büyükelçi Laurent Bili (52) pazar günü ev sahibimizdi. Büyükelçi, üç dildeki konuşmasında Türkçesinin “Karadeniz şivesine” çekebileceğini vurguladı. Çünkü Türkçeyi Trabzon’da öğrenmişti. Koyu bir Trabzonsporlu idi. İki erkek çocuğuna Aurelian Volkan ve Florian Tayfun adlarını da o yılların etkisiyle vermişti. 90’lı yılların sonlarında Ankara’da başkâtip ve müsteşar olarak görev yapmıştı.
Büyükelçi iki ülkenin dostluğunu, son on yıldaki ekonomik ve demokratik gelişmeleri övdü. Bu arada lisanı münasiple
“Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve insan hakları uygulamalarından uzaklaşmaması” uyarısında da bulundu.

 

***


 

Kraliçenin doğum günü kutlamasında “telekulak” olayına tepki olarak İngiliz Büyükelçiliği’ne gitmeyen, sonra dört bakanı da yanına alarak, sanki ABD bakanıymışçasına ABD Bağımsızlık Günü’nü kutlamaya giden AB Bakanı ve Başmüzakerecisi Egemen Bağış da AKP Hükümeti’ni temsilen gelmişti.
Büyükelçi, eşi
Sabine’yi de konuklarına tanıtmıştı. Her nedense Bağış da öteki AKP’li bakanlar gibi, bu toplantılara eşini getirmiyordu. Herhalde Reyhan Hanım İstanbul’daki butiğinden ayrılamıyordu.
Bağış konuşmasına, Batı’nın
“Muhteşem Süleyman” olarak tanıdığı Kanuni’nin, kendisinden özgürlüğü için yardım isteyen Fransa Kralı François’ya 1526’da gönderdiği mektubu anımsatarak başladı. Türk - Fransız dostluğunun 500 yıl öncesine uzandığını söyledi.
Bağış’ın bu sözleri, Kanuni’nin François’ya gönderdiği
“Ben ki sultanların sultanı…” ve “Sen ki Fransa Vilayetinin kralı…” sözleriyle tepeden baktığı mektuba sığındığını anımsattı, bazı duygularını “tatmin ettiği” izlenimini yarattı.
Aynı “tatmini” Aralık 2011’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Fransız Parlamentosu’nda “Ermeni tasarısı” gündem oluşturduğunda Kanuni’nin mektubunu kürsüden göstererek yaşadığını da anımsadım. Anlaşılan Bağış, Erdoğan’ın dümen suyuna iyiden iyiye girmişti!
Tepeden bakabilirlerdi… Ama o mektup yarım bin yıl önce idi… Bugün durum ne? Fransa, Türkiye’nin AB görüşmelerinde 5 faslın yolunu tıkamadı mı? Ermeni tasarısı yine gündem oluşturmuyor mu?

 

***


 

SBF’de “Siyasal Tarih” dersinden çok kötü notlar almıştım. Yine de belleğimde bazı köşe taşları kalmış. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan Sevr Antlaşması Fransa’da imzalanmıştı.
Buna karşılık
Mustafa Kemal Atatürk’ün “bağımsızlık” savaşını ilk tanıyan Fransa olmuştu. Sevr’den bir yıl sonra Paris Hükümeti, daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan, TBMM Hükümeti’nin “milli misak” hedefini tanıyan bir anlaşma imzalamıştı.
“Ankara Anlaşması”nı TBMM Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek ve Fransa adına da Henry Franklin-Bouillon imzalamışlardı. Bu anlaşma ile Fransa, Sevr’de kendisine bırakılan Mersin-Adana yöresinden de vazgeçiyor, iki ülke arasındaki “savaş” sona eriyordu.
Tarihte kalmış
“Osmanlı” yerine “çağdaş barış anlaşması” her nedense, -belki de işin içinde Atatürk olduğu için- AKP Hükümeti’nce hiç anımsanmıyordu!

 

***


 

Bu arada bir oluşum dikkatimi çekti! Bağış, kürsüye çıktığında pek çok Türk konuk, kürsüye sırtlarını dönerek Fransız toprağında Türk bakana tepki gösterdiler!
Bağış, konuşmasında
“demokrasi, özgürlük, insan haklarının ne kadar güçlendiğine” değindikçe, Büyükelçilik bahçesi dışında yan sokaktan da “yuh” sesleri yükseliyordu.
Düşünebiliyor musunuz, aynı Türk bakan ABD Büyükelçiliği’nde konuşurken
“yalancı” diye suçlanıyor, Fransa Büyükelçiliği’nde insanlar kendisine arkasını dönüyor, bahçe dışından da “yuh” sesleri geliyordu.

 

***


 

1789’da Paris’te halk, Kral 16. Lui’ye karşı ayaklanmış, günümüzde Türkiye’de Silivri’deki siyasal tutukluların kaldığı cezaevi benzeri Bastille Cezaevi’ni basarak tutukluları kurtarmıştı. 30 yıl sonra ressam Eugene Delacroiks’in yaptığı bir tablo “Fransız Devrimi’nin (darbenin değil) simgesi olmuştu.
Tabloda tıpkı Sinoplu savaşçı hemşirelerimiz “Amazonlar” gibi göğsü açık, başında Frig şapkası bulunan, Marianne adı verilen kadın, halkını özgürlüğe koşturuyordu. (Bu arada Fransızların bir başka simgesi olan “horozun” da Marsilya’yı kuran Foçalılardan kaynaklandığını da anımsayabiliriz!) Bu tablo daha sonra 1848 ayaklanmasına da ışık tuttu!
Büyükelçilik bahçesindeki bu olaylar beni bir an İngiliz
“The Economist” dergisinin iki kapağına götürdü… Birinin kapağında, konuşmasında Kanuni’ye sığınan Erdoğan, Osmanlı padişahı giysisi ile divana kurulmuş, bir elinde “tespih”, bir elinde de “gaz maskesi” tutuyordu. Kapağın konusu “Demokrat mı sultan mı?” idi, alt başlıkta ise “Erdoğan ve Türk ayaklanması (darbesi değil) yazılıydı.
“Gezi Parkı” olayları yaygınlaşınca dergi, bu kez bir başka kapak daha yaptı. Bir başta Fransız ayaklanmasının simgesi Marianne’e, öteki başta elinde cep telefonlu bir Türk kızına, aralarında ise 68 ABD-Avrupa kuşağından bir gence ve 89 olaylarını başlatan Lech Valesa’ya yer verilmişti. Batı, “Gezi Parkı’nın” mimarı olarak genç Türk kızlarını görüyordu.

 

***


 

Büyükelçilikten ayrılırken Ajda Pekkan’ın şarkısı aklıma geldi:
“Olmaz artık kapı açık, arkanı dön ve çık, istenmiyorsun artık…”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları