Sadık Çelik
Sadık Çelik sadik.celik.gorus@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Dış İlişkilerde 'Çoklu Sorun' Dönemi ve FED'in parasal genişlemeyi sonlandırması

24 Ağustos 2013 Cumartesi

 

Başbakan Erdoğan Mısır’daki askeri darbenin arkasında İsrail olduğunu dile getirdikten sonra İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Erdoğan’ın çıkışını “Bu, üzerinde yorum yapmaya değmeyecek o açıklamalardan biri” şeklinde değerlendirdi.
Aslında Erdoğan nezdinde ülkenin küçük düşürüldüğü bu çıkışın ardından asıl umulmadık tepki ise Beyaz Saray sözcüsünden geldi. Josh Ernest, Erdoğan’ın açıklamalarını şiddetle kınadıklarını ve sözlerini, saldırganca, mesnetsiz ve yanlış bulduklarını söyledi.
ABD’den gelen bu sert ve ağır kınama bizim için bir ilkti ve İsrail, Suriye, Irak, İran, Suudi Arabistan, Fransa, Rusya derken bozulan dış ilişkiler ipinin ucunun nihayet ABD’ye de ulaştığının göstergesi oldu.
Mısır’da yaşananlar elbette ki bir darbeydi ancak her ülke bunu kendi menfaatleri ekseninde değerlendirmeyi tercih etti. Orada yüzlerce masum insanın öldürülmesi karşısında sessiz kalmak her şeyden önce vicdanlara sığmazdı, evet. Bu sebeple yaşananları kınamak bir noktaya kadar doğal ve doğruydu.
Ancak bunlar, Mursi’nin ya da Müslüman Kardeşler’in darbeyle neticelenen süreçteki kritik hatalarını, özellikle de iktidara geldikten sonra, aldığı kararların yargı denetiminin dışında tutulmasını getiren anayasal değişiklikleri, özgürlükleri kısıtlayan hukuki düzenlemeleri, çatışma ve ayrışmayı güçlendirecek adımları haklı ya da masum göstermeye yetmez.
Türkiye için bundan daha önemlisi ise bilhassa Ortadoğu gibi hassas bir coğrafyada dış ülkelerle ilişkilerinde dengeleri gözetmeden ortaya koyduğu bu derece bir tarafgirliğin yanlışlığıdır.
Sadece dengeler açısından da değil, siyasetten sıyrılmış düz bir mantıkla düşünüldüğünde bile, darbenin arkasında İsrail’in olduğunu bu derece kesin bir dille söylemek için Fransız, Yahudi bir entelektüelin, bundan iki sene önce, 2 Haziran 2011’de halka açık bir oturumda dile getirdiği görüşlerinden fazlasına ihtiyaç vardı.
Ne olursa olsun Suriye’de de, Mısır’da da Türkiye’ye düşen görev istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmaktı; ağır karşıtlıklar içine girmek değil. Mezhepsel hassasiyetler üzerinden taraf olmak ise hiç değil. Hele ki tarih boyunca mezhep kavgalarından bunca acı çeken, uğruna bunca canların ve kanların döküldüğü Türkiye gibi bir ülkede mezhepsel taraftarlık yapmak…
İç savaşa doğru hızla ilerleyen bir ülkedeki siyasi ve toplumsal sorunlarda taraf olmak ve bu uğurda hem Doğu’yla hem de Batı’yla aynı anda çatışmak yerine soğukkanlılık, barış ve sükûnet çağrısı yapmak şüphesiz ki daha doğru ve hayırlı bir yaklaşım olacaktı.
Tüm eleştirilere, içeride ve dışarıda sebep olduğu bunca olumsuz sonuçlarına rağmen sürdürülen sert üslubu dış siyasete de taşımak; ülkeyi, uluslararası düzeyde, gücü aşan bir özgüvenin tesirinde kalıp, dengeleri bozacak yorum ve yaklaşımlarla yönetmek “değerli yalnızlık” kavramına değil, sade bir “yalnızlığa” teslim olmak, zamanın ruhundan uzakta kaybolup gitmek anlamına gelecektir. Dünya nezdinde değerimizi ve gücümüzü azaltan, küçük düşürücü bir yalnızlığa.
Gelinen noktada bedelleri ağır bir biçimde hezimete uğrayan “komşularla sıfır sorun politikasının”, “değerli yalnızlık” kisvesiyle kamufle edilmeye çalışılması, gerçek anlamda bir tür boşa çırpınıştır.
Ne yazık ki komşularla ve Batı’yla “çoklu sorun” sürecinin ekonomik yansımaları da üzücü bir biçimde ortaya çıkmaya başlamaktadır. Komşu ülkelerle yapılan ticaret rakamlarındaki düşüş, söz konusu ülkelerdeki yatırımcılarımızın yaşanan gerginliklere bağlı olarak yatırımlarını bu ülkelerden çekmesi, durdurması gibi olumsuz ekonomik sonuçların örneklerini artık net bir biçimde duymaya ve hissetmeye başladık.
Arap televizyonlarının Türk dizilerini dahi boykot etmeye başlaması, kanalların Türk dizilerini yayın programlarından teker teker çıkardığını ilan etmeleri gösteriyor ki; önüne gelene meydan okuyan, herkesle kavga eden bir ülke olarak Türkiye’de tüm bunların bedelini herkesten çok sanayici, yatırımcı, işadamı ile sade vatandaş ödüyor ve ödemeye devam edecek.
“Ustalık” vasıfları, hem yukarıda bahsettiğimiz komşularla çıkmaza giren ilişkilerimizin düzeltilmesinde; hem de ABD’de 2008 krizinden çıkmak için başlatılıp tüm dünyaya etki eden parasal genişlemenin bu yıl içinde azaltılabileceği ve 2014’te sonlandırılabileceği beklentisinin bizim gibi gelişmekte olan ülkelerden sıcak para çıkışlarını başlattığı süreçte, derinleşmekte ve ağırlaşmakta olan ekonomik faturanın maliyetinin azaltılması için kullanılmaya başlansa çok daha iyi olacaktır.

 

 

sadik.celik.gorus@gmail.com



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları