Demokrasimizin temel ölçütü özgür basındır

06 Kasım 2015 Cuma

APK sözcüsü Ömer Çelik seçim gecesi yaptığı açıklamalarında, çağdaş demokratik ilkelere bağlı uzlaşmacı ve kucaklayıcı bir parti imajı vermeye çalıştı. Çelik’in samimiyetine inanmak isteriz, fakat sözlerinin sınanması gerekecek. Yeni dönemde AKP’nin demokratik ilkelere bağlılığını gösteren en önemli ölçüt basın özgürlüğü olacak.
Bu konuda nerede durduğumuzu AB yakında -mülteci krizi nedeniyle yardımlarına muhtaç kaldığı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a lütuf olarak yayımlanmasını seçim sonrasına bıraktığı- “İlerleme Raporunda” açıklayacak. Rapor basın özgürlüğünün ülkemizde ayaklar altında olduğunu tekrar teyit edecek.
Türkiye ile ilgilenen Batılı yetkililer ve gözlemciler de zaten bu konuyu ön planda tutmaya devam ediyorlar. Basının üzerindeki baskılar kalkmadıkça, Türkiye hakkında var olan “özgür düşünce cehennemi” veya “dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi” gibi açıklamalar gelmeye devam edecek.
Demokrasilerde güçlü iktidarlar işbaşına geldiklerinde basının “denetçilik” görevine duyulan ihtiyaç daha da artar. “Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” sözü çerçevesinde bu iktidarların denetimsiz kalmaları demokrasi açısından son derece sağlıksızdır.
Demokrasilerde basın, gerçekleri ifşa etmek suretiyle, seçimle işbaşına gelmiş güçlü liderleri bile devirebilir. 1970’lerde ABD Başkanı Richard Nixon’un Watergate skandalını ortaya çıkaran gazete yüzünden istifa etmek zorunda kalması, modern tarihin önemli vakalarındandır.
ABD’nin uluslararası itibarını zedeleyen Irak’ın Ebu Garib Cezaevi’ndeki CIA işkencelerini ortaya çıkaranın da Amerikan basını olduğunu hatırlayalım. AKP’nin basın konusunda savunduğu ölçüler evrensel düzeyde geçerli olsaydı, Watergate skandalı bir “darbe girişimi” olarak görülür, Ebu Garib skandalını ortaya çıkaran gazeteci de “casus” ve “hain” olarak hapsi boylardı.
ABD’de her iki olayı böyle görenler vardı elbette, ancak gazete basmak, televizyon kanalını gasp etmek ve gazetecileri hapse atmak hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmedi. Oradaki demokratik düzen yüzünden de geçemezdi zaten.
Öyle bir düzende hesabı verilmesi gereken bir suç varsa, gazetecide değil, bu bilgiyi sızdıran görevlilerdedir. Fakat bu çerçevede bile uyulması gereken kurallar var.
Zamanında, ABD’nin Vietnam’da işlediği suçlara ilişkin belgeleri basına veren eski Pentagon çalışanı ve savunma uzmanı Daniel Ellsberg’a karşı gizli belgeleri açıkladığı için açılan casusluk ve ihanet davası, kendisine karşı kullanılan delillerin yasadışı yollardan toplanması nedeniyle çökmüştü.
Burada sadece özgür basının denetim görevi açısından değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğü açısından da bir ders var. Özetle basının, iktidardakilerin yolsuzluklarını, usulsüzlüklerini, suiistimallerini ve yasaları hiçe saymalarını görmezden gelmeye zorlandığı ülkelerin demokratik oldukları savunulmaz.
Seçilmiş iktidarların, tabii ki edep kuralları içinde yapılan, her türlü eleştiriye razı olmaları demokrasinin gereklerindedir. Haber veya yorumların aleni bir şekilde kişisel hakaretler veya yalan bilgiler içermesi halindeyse, başvuru mercii serbest mahkemelerdir.
Halkın bilgi edinme hakkının engellenmeye çalışıldığı ülkelerde işlerin antidemokratik ve yasadışı yöntemlerle nerelere kadar götürülebileceğini Türkiye’de açıkça görüyoruz. Özetle dünyaya saldığımız kötü nam boşuna değil.
Bu nedenle, basınımızın özgür kanadına mensup gazeteciler olarak, baskılara karşı mücadeleyi sonuna kadar sürdürmek zorundayız. Bu mücadeleye katılmayı reddeden gazetecileri ise “basın çalışanı” olarak kabul etmek mümkün değil. Konuya nesnel bakabilen kimse de zaten onları öyle kabul etmiyor. Onlar farklı bir sektörün çalışanı konumundalar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları