Taner Baytok

Yeni NATO Savunma Stratejileri...

19 Aralık 2010 Pazar

NATO Konseyi geçen kasım ayının son günlerinde Lizbon’da devlet ve hükümet başkanları düzeyinde toplanarak İttifakın güvenlik ve savunması için gerekli yeni bir strateji belirledi. Bir nükleer savunma kalkanı oluşturulması hususunda ilke anlaşmasına varıldı. Rusya Devlet Başkanı Medvedev ile bir araya gelindi. Medvedev Rusya’nın NATO’nun Lizbon kararlarını ilişkilerin iyiye götürülmesi yolunda atılmış bir adım olarak değerlendirdiğini söyledi.

Genel Sekreter Rasmussen ayrıca Afganistan Devlet Başkanı Karzai ile de görüştü ve kendisine, her şey iyi giderse, NATO’nun askeri gücünün 2014 yılında tamamen Afganistan’dan çekilerek yönetimin yerli otoriteye bırakılacağını belirtti.

Lizbon zirvesi öncesindeki hazırlıklara Dışişleri Bakanı Davutoğlu damgasını vurdu. Brüksel’de yaptığı bir basın toplantısında yeni stratejik konsept bağlamında oluşturulan füze savunma sistemi konusunda Türkiye’nin çekince ve önkoşulları bulunduğunu ifade etti. Türkiye’nin, soğuk savaş dönemlerindeki gibi “cephe ülkesi” olmayı kabul etmeyeceğini vurguladı. Çevremizdeki hiçbir ülkeden tehdit algılaması içinde olmadığımızı söylemek suretiyle diğer NATO üyesi ülkelerden ayrıldı.

Nükleer Kalkan Sistemi’nin NATO’nun tümünü kapsamasının lüzumuna işaret etti. Sistemin NATO içinde kurulmasını ve Türkiye’nin de sistemin komuta ve kontrolüne iştirak ettirilmesini istedi.
 

Ağır ithamlar

Bakan Davutoğlu, bu görüşlerini dile getirirken adeta uzlaşmaz görünmeye özen gösteren bir tavır içinde oldu. Bu tutum, maalesef, Batı’da bize sempatik bakmayan çevrelerin Türkiye’yi Batı’dan ve NATO’dan dışlayan ağır ithamlar ile yeniden ortaya çıkmalarına olanak sağladı.

Lizbon toplantısında Türkiye’yi temsil eden Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, Türkiye’nin girişimleri sayesinde metinde NATO’ya karşı oluşturulan tehdit kapsamında hiçbir ülkenin ismine yer verilmemiş olmasını başarı için yeterli bularak strateji belgesine ve füze kalkanı projesine onayını verdi.

Böylece Türkiye de, komşularımızdan tehdit geldiği yolunda diğer NATO üyelerine katılmış ve cephe ülkesi konumumuzun NATO’da artarak devam ettiği gerçeğini kabullenmiş oldu. Davutoğlu’nun sözünü ettiği diğer koşullar ise hiçbir teknik değeri olmayan ve sırf iç politika mülahazaları ile ortaya atılmış istekler olduğundan üzerinde dahi durulmadı.

Davutoğlu’nun kişisel inançları doğrultusunda dış politikamıza egemen kılmaya çalıştığı bölgemize ve komşularımıza dönük stratejiler elbette Batı’nın gözünden kaçmamaktadır. Ama bu yeni stratejinin Türkiye’yi, kendisini Avrupa güvenlik ve savunmasının bir parçası kılan NATO ile ters düşecek kadar ileri gidecek bir düzeye henüz gelmediğini de bu çevreler iyi bilmektedir.
 

Stratejik konsept belgesi

Lizbon toplantısında NATO ile Avrupa Birliği arasındaki savunma işbirliği Türkiye açısından önem taşımaktaydı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin GKRY’nin AB üyeliği yüzünden Türkiye’nin birliğin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’na katılımının engellendiği bilinmektedir.

Stratejik Konsept belgesinde “iki örgüt arasındaki stratejik ortaklık için Türkiye gibi AB üyesi olmayan NATO ülkelerinin AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’na tam katılımının gerekli olduğu” ifadesine yer verildi.

NATO’nun yeni stratejik kavramının gizli olmayan yönleri 13 sahifelik bir belge halinde kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Bu belgeden, yeni konsey kararları ile Lizbon toplantısında NATO’nun savunma paktı olmaktan çıkarılarak bir güvenlik kuruluşuna dönüştürülmesi yolunda adımlar atıldığı anlaşılmaktadır. Böylece NATO sadece üye ülkeler topraklarına karşı girişilecek bir saldırı karşısında harekete geçmekle kalmayıp Birleşmiş Milletler ilgi alanına giren uluslararası krizlere de müdahale edebilecektir.

Yeni strateji belgesinde NATO’nun nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya yaratmayı taahhüt ettiği, ancak bu sağlanana kadar ittifakın nükleer bir güç olmaya devam edeceği belirtilmiştir. Türkiye’nin nükleer güce sahip olmak yönünde bugüne kadar herhangi bir girişiminin bulunmayışının başlıca nedeni, etraftan gelecek saldırıya karşı içinde bulunduğu ittifakın nükleer gücünden yararlanacağı anlayışıdır. Dolayısı ile bu NATO tutumu ülkemizin savunmasının da bir garantisidir.

Ancak NATO karşısındaki en büyük nükleer güç olan Rusya ile mutlak bir nükleer silahsızlanma, bütün iyi niyet beyanlarına rağmen, uzak bir olasılık olarak görünmektedir.

Ayrıca halen 60’tan fazla nükleer teknolojiye sahip ülke varken bu gerçek bir yana bırakılıp bütün stratejilerin İran ve Kuzey Kore gibi bu teknolojiye sahip olmak için çaba harcayan ülkeler üzerine toplanması da anlaşılması güç bir yaklaşımdır.
 

Terörizm başlıca tehdit

Strateji belgesinde terörizm, başlıca tehdit olarak belirlenmiştir. NATO Sovyet yayılmacılığını önlemek amacı ile kurulmuştu. Bu tehdit artık ortadan kalkmıştır. İttifakın varlığını sürdürebilmesi için yeni bir tehdidin yaratılması belki de kaçınılmazdı. Ama ABD ve 11 Eylül olaylarından sonra onun baskısı ile NATO “İslam terörizmini” komünizmin yerine tehdit ve hedef seçmiştir.

Burada da Sarkozy’nin ifade ettiği “kedi kedidir” anlayışı öne geçmiş, doğan büyük tepki üzerine İslam terörizmi kavramı adı söylenmeden tehdit olarak devam etmiştir.

Kanaatimce Batı’nın ve dolayısıyla NATO’nun Sovyetler’in dağılmasından bugüne kadar uyguladığı politikalarda karşılaştığı bütün güçlük ve başarısızlıkların altında bir dinin tehdit olarak görülüp hedef seçilmesi yatmaktadır. Dini kötüye kullanarak başarı elde edilemeyeceği gibi dine karşı açılan savaşı kazanmak da uzun vadede olası değildir. Bundan da öteye, NATO bugüne kadar terörizmin herkesçe kabul edilebilecek bir tanımını dahi yapamamıştır.

Strateji belgesinde füze kalkanı sistemi, yeni stratejilerin uygulanmasının anahtarı olarak gösterilmektedir. Ancak konunun daha çok başlarında olunduğu, bu yoldaki çalışma ve görüşmelerin çok çetin geçeceği de kolaylıkla anlaşılmaktadır.

Güçlük sadece tehdidin değerlendirilmesindeki ayrılıklardan veya Rusya, İsrail ya da başkaca bir ülkenin karıştığı siyasi olayların değişik algılanmasından kaynaklanmamaktadır.

Daha da önemlisi ABD’nin bu projede asıl amacının ekonomik ve mali olduğu, yapılan ve yapılacak büyük masraflara ortak aradığı yolunda İttifakın Avrupalı üyelerinde bir kanaat mevcuttur. Sadece NATO’nun değil NATO üyesi ülkelerin bütçelerinin de alarm verdiği bir dönemde bu nevi bir savunma projesi için mali kaynak ayırmanın demokrasilerde pek de kolay olmayacağı açıktır.
         
 
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları