Ben ölmeden önce
Yiğit Güralp
Son Köşe Yazıları

Ben ölmeden önce

09.09.2025 07:29
Güncellenme:
Takip Et:

Cumhuriyet Gazetesi’nde yazılarımın profilinde yer alan fotoğrafın pek kimsenin bilmediği bir hikayesi var. O fotoğrafımı gören hemen herkes “Burada ne kadar da hoş, genç ve sağlıklı görünüyorsun” diyor. Oysa o kare, bana hastanede “ölmek üzeresin” denmeden yalnızca bir hafta önce çekildi.

2022 Yazı

Beni ölümle karşı karşıya getiren şikayetlerim 2022 yazının ilk günlerinde başladı. Tüm vücudumu saran dayanılmaz kaşıntılar, ne yesem geri çıkarmam, belimden sol bacağıma yayılan tuhaf bir his… Geceleri uyuyamıyor, gündüzleri aç kalıyor, klozetin içine eğilerek yediğim bir lokmayı geri çıkarmak için saatlerce oturuyordum. Tüm yaz böyle geçti.

Şimdi haklı olarak “peki doktora gitmedin mi?” diye sorabilirsiniz. Gitmedim. Her zaman mantıklı davranan ben, o dönem duygusal davrandım. 44 yaşındaydım. 40 yaşıma kadar kafama çok iyi bakmış ama bedenime yeterince özen göstermemiş, onu kötü beslemiş hareketsiz bırakmıştım. Son birkaç yıldır bir endokronolog hekim ile yeni bir yola girmiş, çığırından çıkan bütün kan, hormon vs. değerlerimi referans aralıklarının içine çekmeyi başarmıştım. Artık hareket etmeye daha çok zaman ayırıyordum. Tüm bunların sonucunda forma girmiştim. Böyle her şeyin yolunda olduğu son kontrolümden birkaç ay sonra başıma bunların gelmesi beni kırmıştı. Bu gönül kırgınlığıyla doktora gitmedim.

İyi Hissettiren Yazılar

Hayatın ironisi: O yaz tüm bu arazlarımla son derece kötü hissederken ilk kitabım “İyi Hissettiren Yazılar”ı kaleme alıyordum. 50 yaşıma kadar “yarım asırda bu dünyadan ne anladığımı” anlatan farklı kategorilerde 6 kitap yayınlamayı planlıyordum ve bu ilkiydi.

Yaz bitip kitap teslim tarihi geldiğinde tükenmiştim. Son bir okuma yapıp, revizyonlarımı tamamlayacak gücü kendimde bulamıyor. Motive olacak bir güç kaynağı ararken “İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yıldönümünün görkemli bir şekilde kutlanacağı haberlerini gördüm.

İzmir’i; hele Konak ve Alsancak arasındaki kentin sembolü de olan Kordon Boyu bölgesini tüm arka sokaklarıyla birlikte çok severdim. Türkiye’nin neresine gitsem bir köşesi bana İstanbul’u hatırlatır. Ancak İzmir’in sahil semtlerinde bu böyle olmaz. Oralar gerçekten de İzmir’e benzer yani bir diğer anlamda benzersizdir. O sokakları esaret altından kurtarıp bağımsızlığına kavuşturan insanlara yürekten minnet ederim. Tam da bu duygularla “Atlayıp İzmir’e gitmeli, orada, o coşkunun içinde olmalı, bu bana iyi gelir” diye düşündüm. Şu hasta halimle Cumhuriyet’in 100. Yılını görüp göremeyeceğim meçhuldü ama İzmir’in 100. Yılını görmek için o kadar beklememe gerek yoktu. Heyecan verici bir fikir gibi olsa da bir yandan da bedenime güvenemiyordum.

Ben bu tereddüt içinde çalkalanırken 7 Eylül gecesi “Tarkan’ın Gündoğdu Meydanında vereceği konser için alanın girişine kurulan dev sahnenin fırtına sonucu çöktüğü” haberi ajanslara düştü. Hemen ertesi gün “bu felaketin kutlamaları durduramayacağı, çok daha görkemli üstelik 360 derece açılı yeni bir sahnenin alanın tam ortasına kurulacağı” duyuruldu. İlginçtir, yıkılan sahnenin ayağa kaldırılmasını kendimle özdeşleştirdim. Ben de ayağa kalkıp ölüyor olsam da İzmir’in kurtuluşunun 100. yılını görmeliyim kardeşim” dedim. Hızla toparlanıp ilk uçakla o akşam kendimi İzmir’de buldum.

9 Eylül 2022: Mutsuzluktan Kurtulmuş Bir Halk

Havaalanından otele giderken taksici “nereden geliyorsunuz, aile için mi, iş için mi” gibi sorular sordu. Beklediği cevabı alamayınca garipsedi; bu defa kinayeli bir tonla “Tarkan konserine mi geldiniz siz ağbi?” dedi. Bunu da ben garipsedim. Çünkü Tarkan’ın bile sadece Tarkan konseri için gelmediği, ortada yüz yılda bir rastlanan, hepimizi birleştiren “bir sembol” olduğu çok açıktı. “Hayır, ben yüzüncü yıl için geldim. İnsan ömrüne böyle bir an, bir daha ne zaman isabet edebilir ki?” dedim. O an ilk kez aynadan bakıp “işi gücü yok herhalde” dercesine dudak büken bir ifadeyle beni iyice süzdü. Ama kafasının içinde İzmir’in esaretten kurtulmasının önemini kaskatı zihninin içinden bir türlü süzemedi.

9 Eylül sabahı benim gibi düşünen yüzbinlerce yurttaşla birlikte oradaydım. Alsancak sahili boyunca uzanan alan harikaydı. İğne ucu kadar bile boş yer yoktu. Çatılar, balkonlar, denizden yanaşan tekneler… Yer gök deniz insan doluydu… Türk Jetlerinin elimizle uzansak tutabilecek kadar yakından uçuşları, çeşitli etkinlikler, harikulade görsel showlar ve finaldeki doyumsuz konserle unutulmaz bir gün yaşadık. Hastalıklı hâlime rağmen 17–18 saat ayakta kaldım. Konser bittiğinde her yaştan insan ara sokaklara, caddelere dağılarak uzun saatler ayakta kalmanın yorgunluğuyla kaldırımlara oturmuş hatta kimisi kendini yerlere bırakmışlardı. Bitkin, yorgun ama yüzlerinde asla unutamayacağım bir gülümseme vardı… “Mutluluktan yorgun düşmüş bir halk” Evet o günü kafamda bu cümleyle özetliyorum. Sanırım herkesin sürekli ağır yaşam şartlarından değil bir gün bile olsa mutluluktan yorgun düşmeye hakkı vardı.

2022 Aralık

Ertesi sabah bir günlüğüne ortadan kaybolan şikayetlerim, kaldığı yerden yeniden başladığı gibi bir de denge problemim olduğunu fark ettim. İstifimi bozmadım. Konak’da bir kırtasiyeden kitabımın son kopyasını bastırdım. Yavaş yavaş yürüyerek Dario Moreno sokakta tarihi asansöre giderek terasa çıktım ve orada bütün metni okuyup, son notlarımı da ekledim ve yayınevine teslim ettim. İstanbul’a döndüm. “İyi Hissettiren Yazılar” çıktığında artık ayakta durmakta hayli güçlük çekiyordum ama ilginç bir şekilde “tamamlanmış ve iyi” hissediyordum. TÜYAP’ta ilk imza günümü yaptım. Okurlarımla tek tek fotoğraf çektirdim, yıllardır görmediğim pek çok dostumu gördüm. 2022 yılının son haftasında tam da 45. doğum günümde Cumhuriyet Kitap ekiyle yaptığımız söyleşi için Cumhuriyet Gazetesinin terasında çok beğendiğiniz o fotoğrafı çekildi. Evime bu iç huzuruyla döndüm. Ve ertesi sabah banyoda yere yığıldım.

2023, Yeni Yıl, Yeni Hayat

Takip eden günlerde tam da yılbaşı gecesinin öğle saatlerinde vücudumda kandan neredeyse eser kalmadığını, bedenimdeki tüm sorunların nedenini öğrendik.19 yaşımdan beri süregelen hipertansiyon hikayem sonucu iki böbreğimi de kaybetmiştim. Kan değerlerim çıldırmıştı. Toksik yük çok yoğundu. Acilen diyalize girmezsem pıhtı atarak ölebileceğimi söylediler. Evime gitmek ve düşünmek için izin istedim. Ailemle konuştum. “Bu gece sakince de olsa yılbaşını kutlamak istediğimi, başka doktorlarla da konuşup ne yapacağımıza pazartesi karar vereceğimizi” söyledim. Elbette ikna olmadılar ancak o kadar sakin ve pozitiftim ki gecenin ilerleyen saatlerinde yüzlerindeki üzüntü ve kaygının ortadan kalktığı birkaç an görebilmek beni rahatlattı.

Arkasından gelen birkaç aylık diyaliz süreci. Abimin daha ilk günden hiç düşünmeden büyük bir alçak gönüllülükle bir böbreğini bana vermeyi kabul etmesi. Başarılı bir çapraz donör böbrek nakli ameliyatı. Ve yeni yaşam koşulları altında yeni hayatıma başladım. İnsan neye inanırsa onun faydasını görüyor. Hayatım boyu bilime inandım. Bir insandan böbreğini alıp bir diğer insana bağlayabilmek bana göre bir mucizeydi. Bundan başka bir mucize arayışım da olmadı. Spritüel şifacılar ve enerjiciler etrafımda belirdi, hepsini geri çevirdim. Bir Cumhuriyet çocuğu olmanın bana bıraktığı en büyük mirastan yararlandım: “bilime ve doktorlara inandım”

Bu yazıda sizlere teşhis koyulduktan sonrasını anlatmayı hızlıca geçiştirdim. O dönem de öyle yapmıştım. Bütün bu olanlar boyunca hiç sızlanmadım. Ameliyat sırasında hastanede kaldığım 6 gün dışında işlerime hep devam ettim. Ameliyattan sonra insanlar faydalanabilsin ve herkese moral olsun, benzer hastalığı yaşayanlar korkmasın, örnek olsun diye süreci eksiksiz anlatan bir gazete söyleşisi ve bir instagram yayını yaptım (merak eden aratır bulur, bakar) ve durumu ajite ettiğim düşünülmesin diyerek konuyu tümüyle kapatıp yeni hayatıma döndüm.

İtiraf Ediyorum

Geçen 2,5 yılın sonunda sanıyorum artık bir şeyi itiraf etmeliyim. Yaşadığınız büyük bir süreci sadeleştirerek anlatır, nezih bir biçimde yaşar ve pek de çevrenize hissettirmeden, şikayet etmeden geride bırakırsanız bu; etrafınızda bir kavrayış kaybına neden oluyor.

Evet dışarıdan bakınca gayet iyi görünüyor olabilirim. Fakat ilk kez burada söyleyeceğim ama ben artık devlet tarafından %70 engelli raporu verilen bir bireyim. Çünkü vücudumuzun bağışıklık sistemi aslen bize ait olmayan yeni organı reddetmek üzere programlı. Ve hayatta kalabilmek için bağışıklığımın baskılanması gerekiyor. Bunun için yaşadığım sürece her gün düzenli olarak ilaçlar kullanmak zorundayım. Bu benim enfeksiyona bir bebek kadar açık olmam, kolay hastalanmam ama herkesin iyileşmek için kullanacağı ilaçları da kullanamadığım için kolay da iyileşemem anlamına geliyor. Stres altında zona geçirebiliyorum ki, bilenler bilir zona gerçekten çok acılı, çileli bir hastalık.

Dolayısıyla bu yeni hayatımda uymam gereken bazı sosyal ve özel kurallar var. Bir annenin uçakta oksijen maskesini önce kendine sonra bebeğine takması zorunluluğu gibi herkesten ve her şeyden önce artık kendimi düşünerek yaşamam gerekiyor. Bunları yine büyük bir doğallıkla hayatımda uyguluyorum ama insanlar ben tümüyle eskisi gibiymişim gibi davranıyor.

2,5 yıl içinde iş hayatımda da, aşk hayatımda da insanlar bana acımasızca kazık atmaktan, yalan söylemekten geri durmadılar. Kimse bana acısın istemem ama biraz olsun anlaşılmak, bir kötülük kurgulanıyorsa da “yahu bu adam da engelli” diyerek geri durmak da sanırım fena olmazdı. Öyle olmuyor. Hayat tüm acımasızlığıyla devam ettiği gibi problemli insanlar size zayıf anınızda zarar vermekten ilginç bir zevk alıyor. Haydi onları boş verelim, yakın çevremdeki insanlara sosyal hayatımla ilgili nezaketle “eskisi gibi değilim, bazı şeylere dikkat etmeliyim” dediğimde, “e o hastalığın geçmedi mi ama ya, biraz abartmıyor musun” yanıtlarını aldım. “Ben artık sarı kartlı bir oyuncu gibiyim, sen sarı kart görsen bir hakkın daha var ama ben görürsem kırmızı kartla oyundan atılıyorum” örneğini verdiğimde “bu nasıl iş ya o doktorlar seni tam yapamamış o zaman” gibi insanlık dışı yorumları bile bu kulaklar duydu. Bütün bunlara çoğunlukla gülüyorum ama artık anladım: “Eğer sen yaşadığını önemsizleştirirsen, insanlar da önemsiz görüyor.”

Yunan Ordusu Kendi Geri Çekildi Yahu

Cumhuriyet de böyle. Yakın zamanda İzmir’in kurtuluşu için “Yunan ordusu zaten kendi isteyerek geri çekildi” diyenler oldu. Vaktiyle “Kurtuluş Savaşı zaten hiç olmadı” diyenler de olmuştu. Siz tarihte yaşananları oldu bitti, geçmişte kaldı diye sıradanlaştırırsanız benim hastalığım nasıl ki “maşallah atlattı” diye küçültüldüyse, Cumhuriyet’in zaferi de küçültülür.

Oysa Cumhuriyet ölüm kalım mücadelesiyle kazanıldı. Benim hayatım ağabeyimin böbreğiyle nasıl kurtulduysa, bu topraklar da bir milletin fedakârlığıyla kurtuldu.

Mücadeleyi Asla Küçümseme

Cumhuriyet Gazetesi’nin çatısında çekilen o fotoğrafa bugün yeniden bakıyorum. O karede gülümseyen bir yüz var, dışarıdan bakan sağlıklı, dertsiz bir adam görüyor. Ama o gün içeride böbreklerim çoktan isyan bayrağı açmıştı, üstelik ben bundan habersizdim. Hayatın bize öğrettiği basit gerçek şuydu: Dışarıdan görünenle içeride olan arasında uçurum olabilir.

Cumhuriyet de böyle değil mi? Yıllarca bedenine bakmamış ama sonradan toparlanmaya çalışan bir hasta gibi. … Sonra bir Kurtuluş Savaşı… Kolay mıydı? Değildi. Tam “kendine geliyor” derken darbeler, krizler, çöküşler… Ama bugün hâlâ “hiç yaşanmadı ki” diyenler var. İşte o yüzden bu fotoğraf benim için sıradan bir kare değil; bugünkü bana artık çok benzemese de bu yazılarımda kullanmamın bir nedeni var. Oradan bana fısıldıyor: “Mücadeleyi asla küçümseme.”

Ben ölmeden önce İzmir’in Kurtuluşunun 100. yılını tam da yerinde doya doya kutladım. Sizler de yaşıyorken zaferlerinizi, bayramlarınızı, tarihinizdeki mücadeleleri doya doya kutlayın. Hatta biraz da süsleyin abartın ki benim durumuma düşmeyin. Ne demiş büyükler: “Mütevazılık fazilettir, fazlası rezalettir”

Sağlıkla kalın

Yazarın Son Yazıları

What If evreninde Mustafa Kemal

Bugün 10 Kasım 2025 pazartesi. Mustafa Kemal, her zamanki gibi erkenden uyandı.

Devamını Oku
10.11.2025
Ay biz neden aşk yaşayamıyoruz

Son yıllarda kendinizi; “ülkede ve dünyada yanlış giden şeylere yeterince ses çıkaramıyorum” diyen bir suçluluk duygusu içinde yakalıyor musunuz?

Devamını Oku
04.11.2025
Grok yerine Atatürk'e sor

Grok yerine Atatürk'e sor

Devamını Oku
29.10.2025
Dalgaların altında kalmadan yaşamak

Yaz boyu çarşaf gibi duran deniz, Ekim rüzgârlarıyla birlikte çalkalanmaya başladı. Bu mevsimde denize baktığımda maalesef kafamın içinde yankılanan şu cümle huzurlu düşüncelerimi darmadağın ediyor: “Ülkemiz yine çalkantılı ve zor bir dönemden geçiyor.”

Devamını Oku
21.10.2025
İçi dolu dostluklar

İçi dolu dostluklar

Devamını Oku
07.10.2025
Prezerve Deniz Savaşları

Prezerve Deniz Savaşları

Devamını Oku
23.09.2025
Ben ölmeden önce

Ben ölmeden önce

Devamını Oku
09.09.2025
Filika

Hayatımız seçimlerden oluşuyor. Bazen öyle zor iki tercih arasında sınanıyoruz ki karar vermek hiç kolay olmuyor.

Devamını Oku
26.08.2025
Süpermen'in Silivri günleri

2025 yazında sinemalarda en çok sevilip konuşulan filmlerin başında yeni “Superman” filmi var.

Devamını Oku
12.08.2025
Romantik komedilerin sonu

İktidar cephesinin, dünyanın en kanlı terör örgütüyle geldikleri son noktaya baktığımızda çoğumuzun aklına gelen ortak yorum “biz bu filmi daha önce görmüştük” oluyor.

Devamını Oku
29.07.2025
Artık ömürler uzadı şekerim

Artık ömürler uzadı şekerim

Devamını Oku
04.06.2024
İnsan açlıktan mı ölür?

İnsan açlıktan mı ölür?

Devamını Oku
21.05.2024
Yaşamanın yeni bir yolu

Yaşamanın yeni bir yolu

Devamını Oku
07.05.2024
Çocuklarımız ne okumalı?

Çocuklarımız ne okumalı?

Devamını Oku
23.04.2024
İyi şeyler birdenbire olur

İyi şeyler birdenbire olur

Devamını Oku
09.04.2024
Sırası mı şimdi?

Sırası mı şimdi?

Devamını Oku
26.03.2024
Anlıyormuş Gibi

Anlıyormuş Gibi

Devamını Oku
12.03.2024
Herkes için yaratıcılık

Herkes için yaratıcılık

Devamını Oku
27.02.2024
Yazma aşkı

Yazma aşkı

Devamını Oku
13.02.2024
Uzaya çıkmadan önce

Uzaya çıkmadan önce

Devamını Oku
30.01.2024