Geçtiğimiz aylarda sosyal medyada, Mustafa Kemal Atatürk’ü görüntüsü ve sesiyle resmeden bir yapay zekâ simülasyonuna rastladım. Kendisine Türkiye ve dünya gündemiyle ilgili sorular soruluyor, o da bu simüle edilmiş hâliyle yanıtlar veriyordu. Bu video kısa sürede yayılmıştı. Yanıtların pek çok insan için şaşırtıcı olduğunu yorumlara bakınca gördüm.
Genelde şu heyecanlı sözler ifade edilmişti: “Özledik böyle aklı başında yorumları.”, “Evet ya, işte bizi buradan çıkaracak bakış açısı bu.”
İnsanların duygulanması ve özlemlerinin pekişmesi öyle anlaşılır ki… Bu tablo beni de duygulandırdı. Ancak simülasyonun ürettiği cevaplara çok şaşırmadım. Neden şaşırmadığımı anlatabilmek için Atatürk’ün “Cumhuriyet” kavramından kendimce ne anladığımı adım adım ve kolayca anlaşılır bir dille sizlerle paylaşmak isterim.
Kavrayışım o yöndedir ki, bugünden o güne baktığımda Mustafa Kemal’e göre Cumhuriyet, temelde bir “bilinç inşasıdır”. Bunu da anlamak için ise oldukça kısa bir biçimde “bilinç nedir” ona bakalım. Nörobilim ve felsefe alanlarında yaptığım okumalardan anladığım kadarıyla bilinç üç düzeyde gerçekleşiyor: “Farkındalık, kendilik, süreklilik”
Şimdi yine Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışının temelde bir bilinç inşası olduğu düşünceme dönelim. Cumhuriyet bir “rejim kurmak” gayesidir ancak bir sistem kurabilmek temelde “zihni yeniden programlamak” ile mümkün. Atatürk’ün Cumhuriyet ile yaptığı da aslında bilincin yukarıda söz ettiğim üç katmanının toplumu birleştiren, onu bir arada ve sürdürülebilir bir millet yapabilecek olan bir karşılığını kurmaktı.
Biraz da bu yüzdendir ki söylevlerine baktığımızda Cumhuriyet’i bir yönetim biçiminden çok bir zihin biçimi olarak tanımladığını görüyorum. “Cumhuriyet fazilettir.” dediğinde, ahlaksız bir bilinç olamayacağını, bunun bir sistem değil sistemsizlik olacağını vurguladığını düşünüyorum.
Bu anlamda Cumhuriyet, bir iktidar devri değil, bir idrak devri. Yani Cumhuriyet aslında insanın “itaatten düşünceye” geçtiği an. Osmanlı tebaası “kul” kimliğiyle yaşardı, aidiyet yukarıya doğruydu. Atatürk, “kul”dan “yurttaş”a geçişi sağladı. Bu da bir politik düzen değişikliği gibi görünse de aslında bilinç formatı değişikliğiydi: “Ben varım, düşünüyorum, karar veriyorum.” İşte bu siyasi olduğu kadar da nörolojik bir devrim. Bilincin iç ve dış her tür esaretin zincirini kırma biçimi.
Savaş kazanılmıştı ve bu zaferin sürekliliği artık salt silahlı savunmayla değil düşünmekle, bunun için de düşünmenin temel prensiplerini öğretmekle olacaktı. İrade, seçme ve seçilme hakkıyla birlikte millete veriliyordu. Bu, bireysel özgürlük kadar öz-farkındalık tanımıydı. Bu seçimlerin ahlaki olabilmesi için yine bilinç gerekiyordu. Bilinç sisteminin gerekliliklerine dair devrimler hemencecik geldi.
Harf devrimi: Kodu sadeleştir, erişimi artır.
Eğitim devrimi: Bilgiyi ezberin ötesine taşı, sorgulamaya ve işlemeye dön — bugünkü internet okuryazarlığının o günkü versiyonu gibi.
Sanat devrimi: Akıl ve kalbi birleştirerek de düşün.
Kadın hakları: Toplumsal bilinci yarım olmaktan kurtar.
Bu adımların hepsi, bilinci yeniden programlamanın parçalarıydı.
Bugün Cumhuriyet ile ilgili konuşurken bunu yeterince anlamadığımızı gözlemliyorum. Çok sık dile gelen “Cumhuriyet elden gidiyor.” söylemlerinin özünde de bu var.
Son yıllarda Cumhuriyet tehdit altında deniyorsa aslında bilincimiz tehdit altında demektir. Cumhuriyet’i yıkmak demek, bilinci yıkmak ile mümkün olabilir. Ve artık Cumhuriyet’i savunmak, sadece politik, askerî bir görev değil, bilinci de güncel tutma görevidir.
Devrimlerin de işgallerin de artık yalnızca toprak parçaları ve sınırlar üzerinde değil, insanın zihninde de yapıldığı bu çağda, Atatürk’ün bizlere geçen yüzyıl armağan ettiği Cumhuriyet bilinci bu yüzden de çağının çok ötesindeydi. Çağının çok ötesinde olan her şey gibi kendi zamanı içinde anlaşılamadı, büyük ölçüde yıpratıldı.
Oysa insanlık tarihinde son yüzyıllara baktığımızda toprak reformu ile aidiyet, yani mülk de kimlik de toprağa geçmişti. Sonra sanayi devrimi ile topraktan fabrikaya, sermayeye geçti. Ve artık kimlik bilgilerimiz dâhil tüm bilgilerin bulut teknolojisine yani dijital belleğe aktarıldığı bu bilişim çağında, içinde bulunduğumuz ve tüm sancılarını iliklerimize kadar hissettiğimiz bu bilişim devriminde Atatürk’ün Cumhuriyet fikri teknolojiyle de çağla da en uyumlu düşünce biçimidir.
Bu yüzden içinden çıkamadığınız bir soru olduğunda Grok, ChatGPT, DeepSeek, Siri ya da diğer yapay zekâ uygulamalarına ne olacağını ya da ne yapmamız gerektiğini sormak kadar, Nutuk metnine ya da Atatürk’ün “söylevlerine” bakıldığında size hâlen doğru cevapları veriyor. Üstelik yapay zeka teknik olarak bilincin koşullarını kurar ama bilinç inşa edemez, taklit eder. Atatürk ise Cumhuriyet ile bilinç inşa ediyor ve bunu hem ahlaklı hem farkında hem sürekli yapabilme tezi sunuyor.
“Benim naçiz vücudum toprak olacaktır, Cumhuriyet ilelebet payidar kalacaktır.” dediğinde,
“Beden ölür, bilinç yaşar. Çünkü Cumhuriyet bir organizma değil, bir farkındalıktır.” demek istediğini anlıyorum. O cümlede bir vedadan çok, bir liderlik protokolü seziyorum. Atatürk, liderliğin merkezine egoyu değil sürekliliği koyuyor. Bugün “Ben olmasam sistem çöker.” diyen her figür, aslında tam tersini yapıyor: Sistemi kendine bağımlı hâle getirip toplumu yetim, yarım, eksik bırakıyor. Atatürk’ün liderliği, bireyin değil bilincin merkezde olduğu bir liderlik. Çünkü merkeze bir put gibi kendini değil, inşa ettiği organik ve sürekli güncellenmesini istediği mirası koyuyor.
Bir gün “internet çökerse ne yaparız?” sorusunun ne kadar yaygın olduğunu hatırlayın. Bu aynı zamanda bir bağımlılık tuzağıdır. Gerçek liderlik, kendini değil yöntemi öğretmektir.
Gelin bugün yapay zekâ uygulamaları yerine Atatürk’e soralım:
“Sayın Atatürk, bugün bilgi kirliliği içinde boğuluyoruz. Ne doğru, ne yanlış bilemiyoruz. Herkes konuşuyor, az kişi düşünüyor. Siz ne yapardınız?”
Atatürk’ün cevabı:
“Bir milletin irfan ordusu cehalet ordusunu yenecektir. Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.”
Bu iki cümle, bugünün algoritmalarına da verilebilecek en sade ama en kusursuz yönerge: Bilgi, kaynağı sorgulamadan alınırsa bir tür yıkıcı zehirdir. Sorgulama ise kişisel kanaate indirgenirse cehalet olur. Atatürk’ün yöntemi “bilgiye değil, bilgiyi sorgulamaya ve düşünerek işlemeye” de dayanıyor.
Bilgiyi güncellemek, bilinci güncellemek, Cumhuriyet’i de yaşatmak demektir. Her kuşak kendi nöron bağlantılarını yeniden kurmak zorunda. Cumhuriyet, tıpkı insan beyni gibi, kullanıldıkça, onu doğru tanımlayıp, doğru anlayıp anlattıkça yaşar, modernleşir ve ilelebet sürer. İlelebet kelimesini ben en çok ölmeyen çünkü güncellenebilen bir yapıya sahip olması noktasında okuyorum.
Hadi şunu da soralım:
Ahlak kavramı bugün neredeyse nostaljik bir kelimeye dönüştü. Ahlak sizin için neydi, bugünkü dünyada nasıl ayakta kalabilir?
Atatürk’ün cevabı:
“Bir işin ahlaki bir değerinin olması, ayrı ayrı insanlardan daha yüce bir kaynaktan meydana gelmiş olmasıdır. O kaynak, toplumdur, millettir…”
Bu yanıtı bugünün diline çevirelim: Ahlak, bireyin iç denetimidir. Yapay zekâya bile “etik” yönergeler koymaya çalışıyoruz çünkü insanlık kendi iç kodlarını yitirdi. Atatürk’ün farkı, bilimi ilerletirken ahlakı da sanatla, hukukla algoritmanın parçası hâline getirmesiydi. Yani akıl, vicdansızsa işe yaramazdı. Bugün bizi kurtaracak olan yüksek bir ahlak seviyesidir.
Haydi son bir soru daha:
Son olarak, biz bugünün insanları ne yapalım? Bu kadar hız, bilgi, korku ve gürültü arasında nasıl yön bulalım?
Atatürk’ün cevabı:
“Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler asla yorulmazlar. Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Atatürk’ün metodolojisi farklı zamanlarda söylediği bu vecizeler bütününde de yine açıkça dile geliyor: Bilgi + Ahlak + Çalışma = Uygarlık.
Bu denklem bugün hâlâ geçerli.
Bu yüzden bu 29 Ekim’de Cumhuriyet’i kutlarken “Atatürk’ü anmak” kadar “Atatürk’ün tavsiye ettiği gibi düşünmek” de gerek. Çünkü o, bir portre değil; zamansız bir sistemdi ve bize bunu armağan etti.
Normalde yazılarım iki haftada bir salı günleri yayınlanıyor. Ancak Cumhuriyet gazetesinde yazıyorsan, Cumhuriyet Bayramı’nda da okurlarına bir söz söyleme borcun olmalı. İşte bu yazıyı, değerli ülkemizin Cumhuriyet Bayramı’nda, Cumhuriyet’i bir de bu yönüyle görebilmeniz için siz sevgili okurlarımıza bir bakış açısı hediye edebilmek ümidiyle hazırladım. Armağan olsun.
Cumhuriyetle, yani bilinçle kalın…